3 Ağustos 2008 Pazar

..........................

Neden korktuğunu anlayamıyordu. İçinde sürekli bir tedirginlik hali vardı. Şüphelerle yaşamaya alıştırmıştı bu korku karmaşası. Aklında sürekli sorular olan bir adam düşünün ve sorulara cevap aramaktan çok, tereddütle ve şüpheyle yaklaşmaya çalışan. Genelin aptalca ve zaman kaybı bulacağı sorular sorar, sonra bu soruların altında yatanlara farklı bir yöntemle yaklaşmaya çalışırdı. Önemli olan sorunun cevabı değil, sorunun kendisi ve sorulma şekliydi. Soru sormak cevaplamaktan daha zordu. Aslında sorularla bazı cevaplara ulaştığına inanıyordu. Bir deneyin tam ortasındaymış gibi görünüyordu her şey. Tek kobayın kendinin olması biraz acıklıydı tabii ki. Bir de yalnız kalmasına sebep oluyordu. Dışarıdan bakıldığı zaman çevresinde onlarca insanın olduğu bir deneydi. Bu da onu aslında gizemli kılıyordu. Fakat bu gizemin kendi dışında kimse farkında değildi. Ve anlatmaya korkuyordu insanların vereceği tepkileri öngöremediğinden. Aslında şuan kinden daha yalnız ve daha anlaşılmaz olmayacaktı tabii ki. Kendinin kendine deli gözüyle bakmasına daha yeni alışmışken birde onca insanla nasıl baş edecekti? Beynindeki karmaşanın nasıl bir açıklaması vardı? Hiçbir şeyi unutamamayı, geleceğe dair fotoğraflar belirmesini beyninde, ne ile açıklamalıydı? Açıklayabilmek ve anlatabilmek için önce kendisinin bulabilmesi ve anlayabilmesi gerekiyordu. Ve bunun için çok zaman harcıyordu. Beyninin acıdığını hissettiği çok anı olmuştu ve dayanamayıp son vermeye çalıştığı her şeye. Bir soru daha sordu…

15 Mart 2008 Cumartesi

BEN



bir bahar akşamında
doğmamıştım belki
güzün en kekremsi
gecesiydi doğumgünüm
okyanus mavisi
değildi belki gözlerim
yağmur sonrası kokan
toprak kahvesi bakıyor gözlerim

AŞK




Aşk,
Çılgınca sevişmek mi?
Eller bağlı
Işık acık
Birkaç yalandan inleyiş


Aşk,
Bir gece kaçıp gitmek mi?
Küçük bir resim
Yalandan birkaç şiir
Üstüme sinmiş kokun


Aşk,
Dogmadan ölmek mi?
Birkaç metre bez
Sıradan bir çukur
İçinde ruhsuz bedenim.

YOL


Yalnızlığın gölgesini takip etmekten yoruldum artık. Kendimi kenarda duran irice siyah taşın üzerine bırakıyorum. Ruhum hiç dinlenmemişçesine bıkkın. Bedenimden kopup gitmeye cesareti kalmamış gibi. İkisinin de uykuya ihtiyacı var. Bedenim ve ruhum. Uzun bir yolculuğun kalıntıları var hala üzerimde. Beynim ne kadar dolu olduğunun bile farkında değil. Aslında beynime nereden baktığımızla ilgili. Yalnızlıkla ilgili veriler o kadar çok yüklendi ki, sanki her şeyin ondan ibaret olduğunu zannediyorum. Yol kat etmek, peşinden gitmek, bir şeyler aramak. O kadar çok sebepten yalnız kaldım ki. Yalnızlığı arayamaz oldum. Sanki o benim. Yalnızlık ve ben. Beni arıyorum artık diyebilir miyim acaba? Diyemem. Galiba aradığım şey ben değil sensin. Seni bulduğum zaman beni de bulmuş olacağım. Yalnızlığı da takip etmekten de vazgeçeceğim. Ama sen kimsin? Nasıl bulacağım seni? Her seni buldum derken kendimi soğuk bir taşın üstünde mi bulacağım?

12 Şubat 2008 Salı

ZAMAN


Saatler eriyor gözlerimin önünde
Ellerime akıyor dakikalar yavaş yavaş
Zaman bitiyor bu gece burada
Gözlerim kapanıyor ve sanki
Dirilen bir ölünün kokusu üstümde