22 Eylül 2009 Salı

Bir kadın büyüyor...

Ve bir kadın gözlerimin önünde büyüyor yavaş yavaş, içindeki çocuğun izlerini taşısa da halen gülümseyen yüzünde. Bir kadın geçmişin izleriyle yaşamak zorunda kalan, geleceğinse tedirginliği içinde büyüyen. Zaman ise fırtınalı bir denizdi geçmişten gelip geleceğe akıp giden, yürümek varken dalgalara karşı çırpınmak zorunda kaldığımız.

Bir kadın büyüyor, her ne kadar kandırmaya çalışsa da herkesi. Bir kadın, yalnız hisseden kendini içinde, gözleri hep pusludur parıldamasının altında. Duygusal filmleri ağlama ayinlerine çeviren bir kadın. Ve zaman o kadının etrafında dönüyor, kapılmamak için çırpınsa da dayanması zordu. O da zamana kapılıp büyüyecekti bir gün. Ama en güzel zamana kapılmış kadın olacaktı.

Bir kadın büyüyor, geceleri yalnızlığının altında kıpır kıpır eden yüreğiyle. Bir kadın, güneş gibi parıltılı, ay gibi gizemli. Bir kadın büyüyor severek bazen özleyerek belki acı çekecek ilk defa ağlayacak, gözleri yanacak, yalnız kalacak tekrar başa dönecek ama büyüyecek neden diye soracak, o küçük kız kalmalıydım diye tereddüt yaşayacak, eski fotoğrafları aklına gelecek sakladığı, yatağının altındaki, el yapımı kutusunda ki…

14 Haziran 2009 Pazar

tükeniş

Uykusuz geçen her gecenin ardından bu kez cesaret edeceğim diyorum.
Zamanın ne kadar uçsuz bucaksız olduğunu bilsem ve zaman içinde kendimi ne kadar küçük görmeye çalışsam da bir türlü başaramıyorum ve bütün dünyanın kendi etrafımda döndüğünü düşünmekten alamıyorum kendimi. Herkes beni düşünsün, herkes benİ sevsin, bütün kadınlar ve erkekler bana âşık olsun istiyorum. Geceler o kadar karanlık olsun istiyorum ruhumun tohumlarından beslendiği.
Her gecenin bir tek ortak noktası vardı benim için, “uykusuz kalmam”. Ne zamandır uyumadığımı hatırlayamaz olduğum evrelere girdiğim zamanlardı her zamanki eflatun dört duvar ve ben, elimde televizyon kumandası, önümde gecelerin sigara izmaritleri, ağzımda ise yenisi; yak beni diye yalvaran. Donuk donuk bakıyorum ışıl ışıl parlayan televizyon ekranına, gözümü kırptığım zaman ki karanlığın ne kadar huzur verici olduğunu bilsem de, tükeniş ayinime devam ediyorum. Geçen otuz yılın üzerimde bıraktığı tahribat, azalan gençlik enerjim ve sevdiğimi sandığım insanların birer birer hayatımdan çıkıp gitmeleri beni bu kaçınılmaz sona doğru sürüklüyor sanıyordum.
Hayatın sadece bir başlangıç olduğunu düşünen ve inanan insanlar tanıdım ama hep aklıma takılmıştı, peki doğmak ve ölmek hayatın neresinde? Hangisi başlangıç? Hangisi bitiş? Ya da önemsizliğimize sürekli anlam kazandırmak için mi bu kadar karmaşıklaştırıyoruz her şeyi? Basitleştirmek ve basit olmak mutsuz edebiliyor olabilir mi bizleri? Televizyonun karşısına geçmiş kendi basit yaşamına kılıf uyduran bir adamama mı benziyorum acaba? Yoksa karmaşanın beni karşı kapıda beklediğinden haberim yok gibi mi anlatıyorum anlamsızca?
Bir hikâyenin tam ortasındasınızdır ve tek kahramanın siz olduğunuzu sanırsınız, sonra yalnız olduğunuz aklınıza gelir biraz hüzünlenirsiniz ama çok sürmez bir başkası daha olsa aynı kahraman olamayacağınızı ve aynı hikâyede aynı tadı vermeyeceğinizin farkındasınızdır. Ama kalem hiçbir zaman sizin elinizde olmamıştır ve olmayacaktır, birilerini sizin için bir şeyler karalayacak ve siz o olacaksınız, o isterse mutlu olacaksınız, o istemezse hiç ağlamayacaksınız belki yüzünü seçemediğiniz bir kadına veya erkeğe âşık olacaksınız ya da ömür boyu yalnız kalacaksınız mekânını bile seçemediğiniz bir yerde. O kalem, bazen tanrı olacak, kader olacak kimisi için, bir kadın olacak veya bir erkek, bazen aileniz olacak, bazen hiç tanımadığınız biri… Siz kahramanım diye böbürlenirken elinde kalemi olanlar istedikleri gibi yazacaklar, farkında olacaksınız, atlamak isteyeceksiniz uçurumun kenarından ve bırakacaksınız usulca ama ölemeyeceksiniz çünkü ölmek bile elinizde olamıyor bazen.

26 Nisan 2009 Pazar

sen...

sen ve yalan
toprağın derinlerinde kanayan
hep sağa yol alıp
sola ağlayan
sen ve zaman
güneşle doğan, ayla batan
bir dakikaymış gibi yaşayıp
bir ömür ölen

23 Nisan 2009 Perşembe

Hayaller


Ne ve nasıl yazdığına verdiğin önemi nasıl okuduğuna da vermelisin tıpkı şu an oturduğum cam kenarındaki masadan izlediğim, yolun diğer tarafında kaldırımdaki kadının şemsiyesine verdiği gibi. Her zamanki gibi bir şeyler yazmak çabasıyla oturdum aynı mekândaki aynı masama. Aynı sade kahvemden içiyorum yanında çikolatalı kekim. Aynı ben, tek kelime bile yazmadan sürekli kendini kandıran. Ve gene aynı yağmurlu hava. Yaklaşık on günden beri hiç durmaksızın yağmur yağıyor şehrin bu yakasına ve ben artık yazamama nedenime bir suçlu daha bulmuştum ismi sürekli değişse de; Alçak yağmur, yalnız yağmur, uğursuz yağmur. Şemsiyeli kadın vardı bir de kaldırımın kenarında, bir eliyle şemsiyesine hakim olmaya çalışırken aynı anda yüksek topuklu ayakkabıları üzerinde durmaya çalışan. Nedensizliklere neden eklemenin bazen yağmurun altında sırılsıklam ıslanmaktan farkı olmadığını bildiğinden galiba şemsiyesini bırakmak istemiyor ve şemsiyesine geçmişten şimdiye kadar biriktirdiği hayalleri saklamış küçük bir kızdan farksız bakıyor ve onu sıkıca tutma isteği ıslanmamak için değil hayalleri için, küçüklüğünden beri her yağmurlu günde şemsiyesine akarak biriken hayalleri için. Zamanın izafi olduğuna inancın arttığı durumlarla karşılaştığımızdan geçmişe bu kadar sıkı sıkıya bağlı ve geleceğe bu kadar bağımlı ve hastalıklıyızdır. Unutamamak, hatırlamak, hayal kurmak, geçmiş ve geleceği özetleyen üç kavram. Hayatın sınırlarının bittiği anlarda hayatın dışına taşmaktır hayal, kurduğumuz hayalin bir türlü gerçekleşmemesinin bir anda aklımıza gelmesidir hatırlamak, bunların hepsinin beynimizin en kör noktasında bir yerlerde sürekli var olmasıdır unutamamak.

Yağmur yağmaya devam ediyor ve edecekte, ben burada yağmurlu bir günde gene aynı mekânda aynı masada sade kahvemden yudumlarken şemsiyeli kadın hakkında kurduğum hayal aklıma gelecek ve aslında onu hiç unutamadığımı anlayacağım… Gelecekte ne olacağını tahmin edebilsem de bu hayaller, hatırlamalar ve unutamamalar her yağmurlu günde aynı camın önünde…

1 Mart 2009 Pazar

uzun zaman sonra yeniden...

Nerden başlamak gerekli artık bilemiyorum, o kadar uzun zaman oldu ki seni görmeyeli, seninle konuşmayalı, gülmeyeli... Kendimi unuttuğum olağan zamanlarda hep aklıma geliyor, kendi kayıplarımda bir de seni gömdüğümü farkediyorum, kendi cesedimin yanında bir başkasınında gömülü olduğunu görmek kıskandırıyor beni ama çevreme baktığımda daha bir çok boş mezar olduğunu görüyorum. Ve tek hüznümün sen olmayacağı yazıyor mezar taşlarında. Ama şimdilik sen varsın kendi kayıplarımda aramaya çalıştığım, her gün anlamsız şekilde daldığım, uykusuz geceler adadığım... lütfen gel...

Kendimi seviyorum

Kendimi seviyorum, her sabah uyanıp aynaya baktığımda çoğu zaman çirkin bazense sadece kendime güzel görünmemi seviyorum. Dişlerimi sürekli fırçalamama rağmen bir türlü beyazlaşmayan doğuştan mat dişlerimi seviyorum. Her sabah takma eziyetini çektiğim, bazense gözlerimi kan çanağına çeviren lenslere beni mahkum eden 5 numara miyop gözlerimi seviyorum. Uzadıkça arasındaki seyrekliklerin belli olduğu, birinin boyunun diğerini tutmadığı seyrek sakallarımı seviyorum. Ne yaparsam yapayım bir türlü şekle girmeyen saçlarımı seviyorum. Öpüşürken hep zorlandığım kocaman dudaklarımı seviyorum. Sürekli tıkanan, kışlarıyla sızlayan burnumu seviyorum. Yalnızlığı seviyorum sadece kendimle olabildiğim için. Bir beni seviyorum benden başkası olmadığım için. Yürürken adımlarımı karıştırmamı seviyorum. Sürekli bir yere dalıp gitmemi seviyorum. Olur olmadık her şeye şaşırmayı seviyorum. Mışıl mışıl uyurken bir anda terleyerek yataktan fırlayarak uyanmamı seviyorum. Hayal gücümün beni yönetmesini seviyorum. Gerçeklerin ise farkında olabilmeyi seviyorum. Ağzımın yanacağını bile bile çayı sıcak içmeyi seviyorum. Kahvaltıda beyaz peynirden vazgeçemememi seviyorum. Düzenli bir hayatımın olmamasını seviyorum. Düzenin ne olduğunu bilmemeyi seviyorum...

Benimle yaşamayı seviyorum ama seninle birlikte ölmek kadar değil...

O.A