29 Eylül 2007 Cumartesi

ÖLDÜREN ÖLÜMSÜZLÜK


Ortaköy’de,
Sisli bir boğaz gecesi,
Ruhum bütün yamalarıyla
Nemli bankın üstünde.
Üşüyor,
Tek başına.
Bulmaya çalışıyor kendini,
Gerçeğin rüya olması umuduyla.
Anlatın ne oldu bana?
O kadar gurbetim ki kendime
Size ölümsüzlük vaat ederken
Bense her gün ölüyorum
Anlatın ne oldu bana?
O kadar karanlığım ki aydınlığa
Acı vermiyor artık
Bensizlik, puslu beynime

NEDEN?



Hep nedenlerle ve nasıllarla büyümekten mi, yoksa artık kimseye güvenmemekten mi her şeyi bilme isteğim. Yâda ilk defa güvenebileceğimi düşündüğüm birine mi farkında olmadan böle davranıyorum. Artık gerçekten benim aptallaşmış olduğumu fark etmeye başladım çünkü bir insan farkında olmadan nasıl bile bile bu kadar çok hata yapar. Fazla düşünmekten mi fark edemiyorum yoksa hiç mi düşünmüyorum onu? Sorular o kadar çok ki. Cevaplar ise sıkıcı ve bunaltıcı. Bilmiyorum belki de beynimi o kadar çok senle yoruyorum ki, farklı konulara aynı derecede hassas olamıyorum. Yâda dediğin gibi ben bencil herifin tekiyim, kendimden başka kimseyi düşünmeyen herifin teki, hayat mı beni böyle yaptı yoksa kendi içimdeki savaşı bir türlü kazanamadım mı? Bak gene sorular bir sürü, biliyorum cevaplar gene sıkıcı ve bunaltıcı. Yalanlara o kadar alıştım ki belki de bu kadar doğru bir hayat beni şaşkına çevirdi. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemediğim o kadar zamanım oldu ki. Senden önce bir sürü düşüm oldu, senden önce bir sürü aşkım oldu, senden önce bir sürü hatam oldu. Ve son iki yıldır gerçekten geçmişi ilk defa bu kadar düşünüyorum ve şuan çok zorlanıyorum. Ellerim titriyor yazarken bazen, anlamsız şekilde anlamıyorum bazen yaşananları. Üzülmek umurumda değil biliyor musun, sadece sana hiçbir şey veremediğimi, kendimi yanında gereksiz hissettiğim zaman tükeniyorum. Biliyorum zor bir insansın ama seni zorlaştıran bir bakıma da benim onunda farkındayım. Aslında bunları gözlerine baka baka söylemek isterdim. İşte kendimi çaresiz hissettiğim zamanların çoğu gözlerinin karşısında kaldığım anlar. Bakakalıyorum sadece sözcükler düğümleniyor boğazıma, aklımdan geçenler ses tellerime bir türlü ulaşıp kelime olamıyorlar.

KİMSİN SEN?

Kimsin sen? Tanıdıkça hiç tanıyamamış olduğumu düşündüğüm bir hiç mi yoksa yıllardır tanıyorum hissine kapıldığım her şey mi? Kendini kocaman bir hiç olarak tanımlarken hayatına bir anda giren, durduğu yerde parçalanacak kadar hassas olan bu adamın her şeyi olmak mı ağır geldi incitilmiş ruhuna ve parçalanmış kalbine? Seni tanımaya çalışırken bir anda kendimi tanıyamaz hale geldim ve içimde seni; kendime, etrafımdakilere ve hatta sana bile savunan bir taraf oldu hep. Kim bilir belki de diğerlerinin bilmediği kalbine ve ruhuna inen siyah perdeyi fark ettiğim içindi savunan tarafı bir türlü alt edemememin sebebi…

İstedim ki o perde biraz aralansın, aralansın ki güneş uzun zamandır üşüyen ruhunu ısıtsın, yıldızlara göz kırp istedim. Kayan yıldızları fark et, hemen bir dilek tut istedim. Ben bu dileğin içinde olmak istedim hep… Hüzünlü gözlerin dalıp giderken, çoğu nereye gittiğini bilmezken ben, rüyalarında özlem duyduğun ve unutamadığın, hala içinde yaşattığın “meleğini” gör istedim, o rüyalarda bende olmak istedim hep yada yazdığın şiirlerde, şarkı sözlerinde… İçinde kopan fırtınaları, fırtınalı ve yağmurlu günlerde nefesimiz kesilene kadar koşarak az da olsa dindirecektik, bazen de bir kelime bile etmeden saatlerce yürüyecektik… Sen, çocuk parkında arkadaşını sabırsızlıkla bekleyen ufaklıklar gibi beni bekliyor olacaktın, bense sana söz verdiğim“pamuk şekeri”ni almaya gittiğim için geç kalmış olacaktım. Biraz sinirlenmiş sen, koşmaktan nefessiz kalan beni, arkasında pamuk şekeri saklamış halde görecektin. Kızgın gözlerde, ama kendini affettirecek kadar tatlı sözlerde gizli olacaktı her şey. Ben dayanamayıp yine sorular sorarken sen de cevapsız ve yorumsuz bırakarak beni sinir etmeyi başaracaktın bir kez daha.

Kahramanını sadece sen olan hayallerdi bunlar ve daha önce hiç kimse bu hayalleri kurdurmamıştı biliyor musun? Bazı hayaller sadece kurulduğu kahramanlarla anlamlıdır, gerisiyle ise…

paramparça

Gözleri doyma noktasına ulaşınca, kirpikleri taşıyamaz olurdu gözyaşlarını. Sevinçler ile hüzünler karşılaşınca cephesel yağışlar, yanaklarında aşınım şekilleri oluştururdu. O ise buna aldırmadan avuçlarını açıp gözyaşlarını biriktirmeye çalışırdı. Ona göre acıları, biriktirdiği gözyaşları ile doğru orantılıydı. Her defasında bir damlayı dahi yere düşürmeden lavaboya koşar parmaklarının arasından gözyaşlarının lavabonun deliğinden akıp gidişini izlerdi, suyu sununa kadar açıp ellerini gözyaşlarından, kalbini de acılarından arındırmaya çalışırdı. Ruhu serinlemişçesine aynaya bir bütünmüş gibi yansıyan parçaları ile göz göze geldi, gözbebeklerinde gördüğü kendinden çok bir başkasıydı. Aynaya daha da yaklaştı, kendine daha yakın olabilmek, parçaları birleştirip bütününü görebilmek için, ama tamamlayamadı. Çünkü parçalardan birisi eksikti. Her yere baktı, aynanın köşelerine, ellerine, yere, her yere ama bulamadı. Belki de o parça hiç olmamıştı, o öyle yaratılmıştı. Gözleri bulutlandı, yine kirpiklerinde bir yük hissetti, ‘Bu dünyada olmayan bir şey için kendini üzmek niye’ diye sordu yabancı. Kimse farkına varamadı aslında gerçeğin ne olduğunun ve bir bütünden çok parçam parça olduğunun, çünkü her gerçek insanın kendisiydi ve hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Bakanlar anlayamadı hiçbir zaman…


gece bekçisi


Zamana bırakıyorum her şeyi, seni, beni, gökteki yıldızları. Geriye ne kalacağını düşünmeye bile fırsat kalmadan. Gelecekte ne olacağı meçhul küçük bir çocuktan farksız yaşamaya mahkûm. Akılda soru işaretleri sürekli. Cevaplara yönelmiyor, tek bildiği sürekli bir kargaşa içinde uzun cümleler kurup nokta yerine virgülleri kullanmak. Çaresizliğe mi bırakıyor her şeyi bu aciz çocuk. Yoksa elinde mi değildi bu kısırdöngünün içinde kapılıp gitmesi. Çabalamıyor mu sanıyorsunuz, hayatından memnun mu görünüyor acaba, hep elindekilerle yetiniyor gibi bir halimi var? Gündüzleri işe çıkmak zorunda bırakılan bir gece bekçisi gibiyim. Karıştırdım sağımı, solumu, kendimi ve seni. Elimde fener ışığa doğru tutuyorum. Tek bildiğim 1970 yapımı fenerimle karanlıkları aydınlatmakken şimdiyse güpegündüz bıraktılar beni tek başıma. Işık gözümü alıyor. Bense fener tutuyorum ışığın kaynağına. Bu bembeyaz ışığın arkasında bile aydınlatacağım bir şeyler var diye umuyorum. Herkes bana bakıyor. Ya ne yaptığımı anlamıyorlar, yâda daha önce hiç deli görmediler. Çocuklar parmaklarıyla annelerine beni gösterip bu amca ne yapıyor diye soruyorlar. Diğerleri kendi aralarında bu hale nasıl geldiğim üzerine koyu bir muhabbete dalmışlar. Kimisi benim çok zeki bir çocuk olduğumu çalışmaktan kafayı yediğimi iddia ediyor. Kimisi sevdiği kıza kavuşamadı aklını kaybetti diyor. Kimisi sadece bakıyor. İşte en çok hiç konuşmayanları sadece bakanları merak ediyorum. Çünkü bende uzun zamandır konuşmuyorum. Ve sadece sana bakıyorum belki sende bir gün beni görürsün umuduyla.

otuz yıl

Üşüyorum
Hadi artık git
Tek basıma doğmuştum
Puslu 10 Eylül sabahı
Elbet tek basıma ölecektim.
Zaten ne kalmıştı
Bitmişti otuz yılın yirmi ikisi
Güneş taklidi yapan
Zavallı bir karanlığım
Her gün biraz daha batıyorum
Ben seni değil kendimi kandırıyorum
Ağlamaya hakkın yok
Diğerleri gibi
Sende inandırdın beni
Yaşadığıma.
Kaskatı kesmiş vücudum
Bir umut kendini zorladı hep
Morarmamak için
Ayakta kalmak için
Gücü kalmadı
Dayanamıyor
Kokuyu ben bile alıyorum artık
Gözlerinin önünde
Çürüyor bedenim
Hadi artık git
Tek basıma sevmiştim seni
Elbet tek basıma gömebilirim
Yukarı baktım
Uzanan el biraz daha yaklaşmıştı
İlk defa
Bir kaç damla yas düştü
Yanaklarımdan süzüldüğünü hissettim
Tattım acımasızlığını korkunun
Hadi artık git
Kendimi değil
Ben seni kaybediyorum
Unutmak istediğim her şey
Karşımda
Gözlerimin önünde
Hadi artık git
Tek basıma sustum hep
Bırak da tek basıma haykırayım


Bağımlılık

Acı çekmek,
Bağımlılık yapan bir ilaçtır
Almaya başlayacaksın günde iki kere,
Bol özlem ile.
Etkisini sabah göreceksin
Yalnız uyandığında
Belki ilk seferinde
Miden bulanacak, kusacaksın
Devam edeceksin.
Ellerin titrese de,
Gözlerinin altı morarsa da.
Bağımlısı olacaksın acının
Bırakamayacaksın.
Yalvaracaksın acı çekmek için
Özür dilerim diyecek
Seni alıştıran
Artık acı çekmek bedava değil.


son kez


Bu sabah son kez
Uyanıyorum yanında.
Çapaklı gözlerin,
Kurumuş dudakların karşımda.
Bir tek benimsin
Bu sabah.
Son kez farkında olmadan
Küçük öpüyorum gamzelerinden.
Galiba sevmişim
Farkında olmadan seni.
Bu sabah son kez
İzliyorum uzun uzun seni.
Hala gülüyorsun rüyalarında,
Kolum başının altında.
Bu sabah son kez,
Hissetmiyorum sağ tarafımı.
Zaten aldılar sol yanımı.
Saçlarının fönü bozulmuş,
Sakın uyanma.
Ama ben böyle seviyorum kıvır kıvır.
Bide boyamasan şu ciyak kızıla.
Korkma,
Son kez gidiyorum bu sabah.