25 Kasım 2007 Pazar

D.K.


Girdabımdın sen benim
İçimde dönüp duran
Hiç durmayacak
Hiç bitmeyecek gibi
Çırpınmak boşuna
Kapılmışım bir kere
Sen nereye sürüklersen
Orada vuracağım karaya...

Soğuk ve yorgun bir İstanbul sabahıydı. Hayatla mücadele içinde olmaya alışık biri için birkaç derecelik sıcaklık düşüşünün önemi yoktu. Annesinin tembihleyerek giydirdiği boğazlı kazağıda üstündeydi. Bu soğukluğu neye bağlamalıydı peki. Bir kurgu içinde geçtiğine inandığı hayatında bu yorgunluk ve soğukluk ne ile açıklanabilirdi. Gene kendi kendine bir hikâye tasarladı ve yavaş yavaş kahramanları ortaya çıkmaya başlayacaktı. Şimdilik sadece kendi vardı, belki de sonunda da kendi kalacaktı tek başına, yalnız, umutsuz, aklında kurduğu hikâyeler, beyninde yarattığı mükemmele yakın kahramanlarıyla. Geç kalmıştı. Elinde sabahın ilk saatlerinden kalmış buruşuk bir gazete, sırtında birkaç gün yetecek kadar kıyafet sıkıştırılmış çanta. Derin bir nefes aldı, bazen ciğerlerinin temiz havayla dolması kendini cesaretlendirirdi. Sırtında çantası, elinde gazetesi, karmakarışık huyları, dengesiz ruh haliyle birlikte başlamıştı hikâyeye.

İçinde her zamankinden farklı bir heyecan vardı. Belki yüzlerce kez gittiği yere gidiyordu, ama bu kez farklı olacaktı hissetmişti. Hayalini kurduğu, hep yapmak istediği şeye kavuşmasına bir adım kalmıştı ve bu adımı atmak için bu binaya girmek, onunla görüşmek gerekiyordu. Suskun ve içine kapanık bir adam olarak bilinirdi hep çevresinde, biraz bulanım biraz romantik. Hikayesine bir kahraman dahil oluyordu kendi istediği dışında. İlk defa kontrolü dışında gerçekleşen birini dışarıdan izlemek zorunda kalıyordu. Onunla da daha önceleri çoğu kez karşılaşmıştı. Fakat hikayesine dahil olmasına hazırmıydı, aynı hikâyede aynı bunalımlar aynı çalkantılar aynı dengesizlikler içinde olmaya.

Ve artık iki kişiydi hikaye. Biraz da diğer kahramanı tanıtmak gerekti. Sürekli bir kişiyi anlatmaya alışık ben, zorlanacak olsam da, gidişat böyle gözüküyordu. Bana düşen de anlatmak sadece. Kahramanlar gelip, gidiyor bense onları oldukları gibi anlatıyordum sadece. Onlar yaşıyor, onlar seviyor, onlar ağlayıp, onlar ölüyorlar.

Hayalini bile kuramadığı yılları çoktan yaşayıp bitirmiş olan bir kadındı. Ama ona olan hayranlığı ve şaşkınlığı bunu öğrendiğinden daha önce başlıyordu. Kendi ruh halinin ve dengesizliklerinin onda da olduğunun ilk göz göze geldiklerinde farkına varmıştı. Kendi gibi bir kadın diye düşündü sonra güldü. Gözlerinin kenarlarındaki kırışıklarla hayat dolu olması ve bitmek tükenmeyen enerjisi bir tezatlık gibi görünüyordu. Bir kadın nasıl bu kadar enerji dolu olabilir diye konuşan insanların seslerini duyabiliyordu. Ama o hiç buraya takılmamıştı. Onun üzerinde durduğu bu kadının yaşadığı acılar ve belli etmemeye çalıştığı yorgunluğuydu. Çünkü onda kendini bulmuştu. Ama tek farkı o bunu gizleyebiliyordu. Belki de insanları kandırıyordu. Karanlık bir tarafı olduğu çok belliydi. Karanlığın içinde yürümeye devam ediyordu. Ne kadardır ayakta olduğunun farkında değildi. Komutlandırılmış bir makine gibi, hedefine odaklanmış bir füze gibiydi. Nereye gittiğinden o kadar emindi ki, sağa sola sapma, yada durup etrafına bakma ihtiyacı bile duymuyordu. Dümdüz karanlığın içinde ay ışığının cılız aydınlığıyla gidiyordu. Evet her yer karanlıktı şimdiye kadar olduğu gibi, belki de bu yolculuğa başlamadan önceki hayatı gibi. Neyin karanlık neyin aydınlık olduğunun farkında değildi, bu yolculuğun bir amacı da buydu. Karanlığın içinde aydınlığı bulmaktı. Peki nerdeydi bu aydınlık? Varmıydı yoksa karanlıklar içinde yaşamaya alışmış olan birinin hayalimiydi veya uyku hapları etkisini göstermeye başlamışmıydı. Her gece bir tane alırdı. Uyku sorunu yoktu, kafasını yastığa koyar koymaz uyuyabiliyordu. Gene de her gece bir tane alıyordu. Bağlıydı, bağımlıydı ve belki de tek bağlı olduğu şeye ihanet etmek istemiyordu.

Bir damla gözyaşı mıydı altında aradığı mutluluğun? Yoksa yanındayken bile uzaklaşmak mıydı ona? Nedensizliklere neden eklemek miydi onu seviş nedeni? Yoksa tek sebebi omuydu bu nedensizlik karmaşasında? Denklemlerde bilinmeyen olmak mı bulduracaktı sonucunu? Yoksa sadeleşmek mi gerekiyordu bütün umutsuz çarpanlarından?

Korkusu vardı içinde imkânsızlığın ve bunu belli ettiğinin son zamanlarda farkındaydı. Heyecanı birde ona dokunmanın? Ruhu teslimiyetçiydi , bedeni sıcak, biraz titrek ve az da olsa ürkekti. Gümüş rengi damlalar gözlerinde, hata yapma ürpertisi yüzünde, sessizliğin ondaki şüphesi ise gölgesinin her zerresindeydi. Göz kapaklarım açılmıyordu artık ağlamaktan. Zorluyordu bakabilmek için, o bu kadar masum bakarken yalnızlığına tekrar tekrar gömülüyordu. Üstüne kendi umutlarını kürek kürek atıyordu.

12 Kasım 2007 Pazartesi

RÜZGAR

Bu gece rüzgâr vardı

Rüzgâr ise çok gençti

Saçlarımı bozmuyor

Bedenimi üşütmüyordu

Bu gece rüzgâr vardı

Aklım ise çok hovarda

Uzaklarda bir yerde

Kaybolmaya meyilli sürekli

Bu gece rüzgâr vardı

Rakım ise çok suluydu

Kaç duble içtim bilmiyorum

Yalnızlığım sek kaldı seninle

Bu gece rüzgâr vardı

İçimde otuz yaşın korkusu

Kaç yılım kaldı bilmiyorum

Neler yaşadım unuttuğum

Bu gece rüzgâr vardı

Ahmakıslatan eşliğinde

Sokak sokak yürümek istiyordum

Çıkmazlara kapıla kapıla

Bu gece rüzgâr vardı

Simsiyah gölgemin eşliğinde

Ne kadar benimdi bilmiyorum

Bildiklerime yakınamıyorum.

4 Kasım 2007 Pazar

NE OLUYOR ANNE?


Dışarıya çıkamıyorum anne bugün,

Sokaklar kalabalık,

Ellerinde pankartlar

Yürüyorlar binlerce kişi.

Duyabiliyor musun seslerini?


Anne söylesene savaş ne demek?

Neden herkesin gözünü kan bürümüş.

Nasıl doğdu nefretleri insanların?

Bu haykırışlar neden ?

Neden ölmek ,

Neden öldürmek istiyorlar anne?


Kimse bizle konuşmuyor baksana

Sınıfta bile tek başıma oturuyorum,

Simidini paylaşmıyor artık arkadaşlarım?

Biz ne yaptık anne?

Kimseyi öldürmedik demi anne?


Bu gece uçamayacağım anne

Demirden kuşlar

Önümü kesecekler gene biliyorum

Uzak kalacağım bir süre

Güvercinlerimden, martılarımdan.


Kontrol noktalarını geçemiyorum anne

Kontrol ederlerken seni, beni, bizi.

Sis kaplamış her yeri

Önümü bile göremiyorum artık

Aydınlık günler ne zaman gelecek anne?