27 Ekim 2007 Cumartesi

UYUMAMIŞTI, UYANDIRILMAMIŞTI


Bir gece yarısıydı

Kapısı üç kere uzun uzun çaldığında.

Uyumamıştı, uyandırılmamıştı.

Demir parmaklıkların gölgesi,

Uyuyor dizlerinin dibinde.

Tepesinde teki patlamış

Floresan lamba.

Kâğıdı çürümüş

Ciğerleri gibi

Rutubetten.

Kalemi şekilsiz

Çakıyla kazınmaktan.

Bir gece yarısıydı

Kapısı üç kere uzun uzun çaldığında.

Uyumamıştı, uyandırılmamıştı.

Duvarın soğuk rengi yetmezmiş gibi,

Buz gibi kalorifer petekleri.

Üstünde ince dokuma battaniye

Ağzında sürekli öksürük türküsü.

Düşünmekti suçlatan kendini

İyi yâda kötü fark etmezdi.

Kaç kişi okumuş önemsizdi.

Bir gece yarısıydı

Kapısı üç kere uzun uzun çaldığında.

Uyumamıştı, uyandırılmamıştı.

Kitabı için sürekli yazıyordu;

“2023’te Devrimin Çocukları”.

Babasından öğrenmişti;

Ekmek kavgasını,

Yurttaş sevgisini,

Barış naralarını,

İsyan etmesini, sokak sokak

Kaçıp yağmurda zatürre olmasını.

Bir gece yarısıydı

Kapısı üç kere uzun uzun çaldığında.

Uyumamıştı, uyandırılmamıştı.

24 Ekim 2007 Çarşamba

TOPRAK


Toprak açgözlü hala yıllardır.

Yaşlanmış yapraklar duramaz olmuş;

Ayrılmak istercesine huysuz, huzursuz.

İntihara yeltenecek kadar umutsuz.

Toprak sabırsız,

Toprak uçsuz bucaksız,

Toprak bencil ve kararlı.

Rüzgâr ise işbirlikçisi.

Mezarlar kazılmış,

Taşlarına isimler kazınmış.

Dualar okunmak için,

Kürek ve kazma kenarda,

Merasim başlamaya hazır.

Toprak açıkmış besbelli,

Çürütmeye hazır

Beze sarılı bedenleri.

Yağmursa,

Günahlarından arındırırcasına

Sakin ve titiz.

Eller zorlanıyor

Eller titriyor

Eller yakarışta ve yalvarışta.

Bedenler bırakılırken

Toprağa incitmeden.

Toprak bir kez daha kazanmıştı.

Toprak bir kez daha doymuştu.

23 Ekim 2007 Salı

İKİ-LEM


Kapıyı çarptı. Çıkan gürültü apartmanın merdiven boşluğunda yankılanıyordu. Komşuların meraklı bakışlarıyla, hızlı ama kararlı adımlarla indi merdivenlerden. Bu kez gerçekten arkasında birşeyler bırakmadığına emindi. Fakat merdivenlerdeki 42 numara çamur izlerinin farkında değildi.

Yazar durdu. Tekrar okudu. Polisiye tadında başlamıştı, halbuki polisiye yazası yoktu. “Hızlı ama kararlı” üzerinden gitmeliydi. Neden hızlı? Neyin kararı? Zaman kararın lehine mi işleyecekti, aleyhine mi? İz bıraksa ne olurdu ki? Kapıyı çarpan üçüncü şahsın midesindeki sızı, çamurdan da kalıcı bir izdi. Devam etti.

Karanlığın içinde, bundan önce birçok defa geçtiği sokaklardan tekrar geçiyordu. Durdu. Belki de bir daha buralara gelmeyeceğini düşündü. Havayı bir başka içine çekti. Yeni doğmuş bir bebek gibi ağlamak istedi, ciğeri yandı. Aldığım en temiz havaydı deyip gülümsedi ve cebinden sigarasını çıkardı. Geçmişin peşini bırakmayacağını çakmağı eline alınca anlamıştı.

Şimdi oldu. Aradığı mistikliği yakalamıştı. Yeni doğmamıştı, karmaşık bir geçmiş vardı arkasında; ama yeni doğuyordu şimdi. Kahraman oluyordu, hikayenin kahramanı. Bu ağırlığı taşıyabilecek miydi? Bundan sonra hayatı hem ileri doğru gidecek, hem geriden gelecekti. Kaç kere aynı havayı koklamış, kaç kere çakmağı eline almıştı. Artık her sefer eskileri de paylaşacaktı okurla. Geçmişiyle geleceğini, acılarıyla umudunu içiçe örmeliydi. Ciğeri yandı, yazar da sigarasını yaktı.

Uzun bir nefes aldı sigarasından her zamanki gibi. Dumanı kusarken ciğerlerinden, farkında olmadan çakmağıyla oynamaya devam etti. Geçmişi hakkında konuşmaya cesaret edemese de, onunla oynuyor gibi hissetmek garip bir rahatlık vermişti kendine. Otobüs durağına birkaç metre kalmıştı. Cep telefonu çaldı. Bu saatte kimin arayacağı aşikardı. Telefonu çıkardı, doğru tahmin etmişti. 20 dakika önce yüzüne kapıyı çarpan şimdi ne demek için arıyordu. Merak ediyordu. Fakat telefonu açmaya cesaret edemedi. Meşgul tuşuna bastı ardından telefonu kapattı. Artık durağa gelmişti. Yağan yağmur az da olsa titretmişti bedenini. Durağın altına geçti. Sağ cebinden sigarasını ve çakmağını, sol cebinden yarısı yırtılmış fotoğrafı çıkardı.

Sıradan. Ama olası. Hayal etmesi mümkün, özdeşleşmesi kolay, meşgul tuşuna basılan sayısız telefon çalışı kadar gerçek. Ama eksik. Birşeyler eksik. Hem çakmak elindeydi zaten, yeniden çıkardı. Kahramanın puslu zihni ile yazarın dalgınlığı ayırdedilemez oldu bu noktada. Çok mu dalmıştı yazar kahramanın zihnine… Kahramanın doğum sancılarını çekerken kurguya fazla kaptırmış, telaşlanmış, ıslanmış, kısa kısa cümleler ile duygulardan kaçabileceğini sanmıştı. Duygularını kahramanı ile paylaşmaktan kaçmış, nokta ile büyük harf arasından anlaşılsın istemişti. Evet eksik bu, kahramanın yazardan kopuşu gerçekleşememiş, kimbilir belki de gerçekleşmeyecekmiş. Sıradanlığını kahramana yüklemiş ama duygularını henüz verememişti. Yazar fotoğrafa baktı, çakmağı yaktı.

Son sigarasını hafif rüzgar eşliğinde yakmaya çalıştı. Paketini ise buruşturup çok fazla kullanılmadığı anlaşılan durağın kenarındaki çöp kutusuna fırlattı. Her zamanki gibi ilk seferinde tutturamamıştı. Kalktı çöp kutusundan uzaklaşmış olan ıslak ve buruşuk sigara paketini aldı. Paketi kutuya bırakırken, yüzünde, sanki ilk deneyimini yaşayıp da umduğunu bulamamış bir çocuk gibi hüzün ve özlem vardı. Arkasına baka baka yerine doğru yürüdü. Sağ elini ağzına götürdü. Ağır ağır nefes çekiyordu sigarasından, dumanınıysa hiç bırakmayacaktı sanki, son kalanın ne kadar kıymetli olduğunun belki de en fazla farkında olduğu zamanlarını yaşıyordu. Sol avucunda sımsıkı tuttuğu resme bir daha baktı göz ucuyla. Bakmıyormuş gibi yaparak kendi kendini kandırdığının o kadar farkındaydı ki göz yaşlarını saklamak için oturduğu yerden kalkıp yağmurda volta atmaya başladı.

Önce umutsuzluğunu verdi ona. Hayalkırıklığını, yorgunluğunu, bezginliğini… Ağır ağır çekti sigarasından, dumanı uzun süre bırakmadı. Sonları düşündü. İlkleri. Bu sefer bir sonla başlaması manidardı, bir ilk’e gücü yoktu. Kapanan kapıların ardından bakmaya alışmış, elini kulba götürüp merhaba demenin heyecanını unutmuş, belki de yitirmişti. Belki, dedi, belki yazarsam… Kendi kararsızlığımı silip yeni bir sayfa açsam, hızlı ve kararlı yürüyüp gitsem, o otobüse binsem ve gitsem; belki o giderse… Kağıdın ıslanması bekledi, ama düşmedi. Kelimelerin içine girip kaybolmuş, yağmura karışmıştı. Rahatladı. Gizlemeyi becerebilirdi belki. Fotoğrafı yırtmadan, telefonu da açmadan, binebilirse o otobüse… O başarırsa, belki o da…

Korkusu mu vardı içinde imkânsızlığın? Yoksa heyecanı mıydı yalnız kalmanın? Ruhu teslimiyetçi, bedeni sıcak, biraz titrek ve az da olsa ürkekti. Gümüş rengi damlalar gözlerinde, hata yapma ürpertisi yüzünde, sessizliğin şüphesi ise gölgesinin her zerresindeydi. Göz kapakları açılmıyordu ağır ağır ağlamaktan. Zorluyordu bakabilmek için umutla.Ellerine baktı,kırıştıklarını farketti.Galiba yaşlanıyorum dedi. Mutlaka bir şey; bir şey daha bekliyor olmaydı. Tabiki dost olacaktı yaşlılığıyla.Emindi bundan.Yaşlılığıyla dost olacaktı, olabilecekti gençliğiyle, ömrünün ortasıyla,dost kalacaktı kendiyle.Başkalarıyla beceremesede enazından kendiyle. Ama korku bitmemişti içindeki, nasıl başladığının farkında da olamamıştı hiç. Kırıştıklarına inandırdığı elleri bu kez titriyordu. Hava soğuktu,yağmur da durmadan yağıyordu. Herzamanki gibi bir yalan daha geliyordu. Yumruklarını sıktı.

Evet sonunda ufukta, yağan yağmurun derinlerinde otobüsün buhar şaçan ışıkları görünmüştü. Sigarasından uzun bir nefes çekti. Kalanını yere atıp ayağıyla çiğnedi. İlerlerken,doğanın yıkayarak tertemiz yaptığı yerleri kirletmeye hakkım yok diye düşündü. Islanmış ve ezilmiş izmariti cebinden çıkardığı kağıt mendille alıp durağın yanındaki çöp kutusuna attı. Evet doğa sokakları yıkamıştı. Kendi içinse bir vaftiz töreni gibiydi,görkemli ve kalabalık olmasada. Günahlarından arındığına ve arındırılacağına inanmaya başlamıştı. Litrelerce yağmur suyunu kıyafetlerinde taşısada kendini hafiflemiş,hafifletilmiş hissediyordu. Otobüs yanaştı,kapıları gecenin sessizliğine ihanet edercesine büyük bir gürültüyle açıldı. Arkasına bir daha baktı. Artık gidiyordu.

Cebindeki bozuk paralardan bilet parasını denkleştirdi,şöföre uzattı. Otobüs,İETT nin bulgar yapımı eski İkarus marka körüklü olanlarındandı. Otobüsteki yolcular sanki bilerek dağıtılmışcasına farklı yerlere oturmuşlardı. O da madem bu düzeni bozmayayım dedi. Gözüne arkada boş bir yer kestirdi. Yavaş adımlarla ilerlemeye çalıştı. Otobüsün içindeki ışıklar bir yanıp, bir sönüyordu. Bir karanlık, bir aydınlık. Bir sağa, bir sola. Uzun bir yolculuğun başlangıcı; bazen sıkışmış bir köşeye, kimi zaman ellerinden kayıp gidercesine kontrolsüz, bazen hiç bitmeyecekmiş gibi uçsuz bucaksız, kimi zaman bir uçurumun kenarında.

Tek bir gelecek hayal eden biri olabilirdi ama bir sürü geçmişi vardı. Arkasına bile bakmadan çekip gittiği, adlarını hatırlamadığı, kokularını unuttuğu, kaç gece beraber olup, kaç gündüz kaçtığını bilmediği çok geçmişi olmuştu. Yüz hatlarının sertliği çok yardımcı oluyordu kendine. Kalbinden pompalanan acı dolu alyuvarlar gözlerinden akmaya cesaret edemiyordu. Buğulanıyordu sadece. Sonra geldiği yoldan geri dönüyordu. Gelirken ki yıkımları, tahribatları giderkende daha acı verircesine gerçekleştiriyordu. Akamamanın,gün ışığında buharlaşamamanın kinini tutmuşcasına.

Ve yavaş yavaş uzaklaştı gölgesinden kahraman.Ondan hiç kopamayacağı öğretilmişti kendine,kendinden bir parça olduğu.Doğru diye inanılanların ezberlerden başka bir şey olmadığını ilk defa yaşıyordu. ve yaşayarak öğrendiğini bir ömür unutmayacağınında farkındaydı. Biraz tezat olmadımı bu diyip kafasını kaşıdı. Gölgesi kendinden uzaklaşıyordu ve artık o gölgesiz, bir parçası eksik bir kahramandı.

L.& O.



16 Ekim 2007 Salı

ACİZLER CEMİYETİNDE SIRADAN BİR ADAM


Hayatım, geçmişim, bütün dünya, her şey gözümün önünde şuan; acılar, sevgiler, kazanımlar, kaybedişler, sevenler, nefret edenler. Her şey sanki şuan yanımda geziniyor. Yorganı üzerime çekiyorum, belki uzaklaşabilirim onları görmezsem diye, onları beynimde yarattığım aklıma geliyor, tekrar ağlıyorum. Ben alışık değilim gözyaşlarımı bedenimden çıkarmaya, kontrol edemiyorum, durduramıyorum. Bir şeylerin habercisi gibiler sanki. Korkuyorum ilk defa bir şeylerden, korkuyorum ama ne olduğunu bilmiyorum ve sanki bunu hatırlatırcasına her şeyi gözlerimin önüne seriyor. Bilmiyorum. Sadece kombinin sonuna kadar açık olmasına rağmen üşüdüğümü hissediyorum. Yatağın dışına adım atmaya cesaret edemiyorum. Başka bir şeyler düşünemiyorum. Bekliyorum bende, elden başka bir şey gelmiyor. Ama az kaldı bununda farkına vardırmak için elinden geleni yapıyor. Her seferinde daha şiddetli gösteriyor kendini, dayanama, karşı koyama bana istiyor. Biri, bir şey ama ne olduğunu bilemiyorum. Benim dışımda olduğunu sandığım ama sürekli benim yönelişlerimle beni yönlendirmeye çalışan biri yada bir şey. Sürekli beynimin bedenimin içinde kemirip duruyor beni. Acıtıyor, kanatıyor, ağlatıyor. Geriye bir tek gülen gözlerim kaldı, sana göre kocaman, kimine göre gittikçe küçülüyor gözbebeklerim. Bense değişen bir şey göremiyorum. Hala hayattayım, az kaldı diye işaret ediyor biri alay edercesine, umursamazcasına. Direnmeye, savaşmaya yüzüm yok ki, en baştan kabullenmişim olacakları. Şimdi caydım, gelmiyorum ben diyemem ki. Neden diye soramıyorum ki hayatımı buna göre yazdım ben. Bilmediğim ama içimde sürekli olan bu oluşuma hazırlamaya çalıştım kendimi. Zaman yaklaştı ve ne kadar da hazırlasam kendimi, bazen ben olamadığımı anlıyorum. Peki benle ile ben olamayan ben arasındaki bu çatışma ne zaman sonlanacak. Ne zaman başladı ki, böyle bir soruyu sordurtabiliyor bana. Beynim de bedenimden ayrılırcasına boş. Damarlarımdan akan kanlar çekilmiş. Gözlerim şişkin, bak bu bir değişiklik bedenimde. Sözlerim hep aynı, anlattıklarım da değişmiyor. Baktığım duvarlar, kat ettiğim yollar aynı. Okuduğum kitaplardan çıkardıklarım hep aynı, farklı kişiler bambaşka şeyler yazsa da, bambaşka şeyler anlatsa da. Beni anlıyorsun, bazen beni yaşadığını düşündüğüm zamanlar bile oluyor. Benim gözlerimin buğulanmasına neden olan, beni düşünmeye, kendimi eleştirmeme neden olan tek kadınsın. İçimdeki bu korkunun tanımını ben bile yapamazken sadece mutluluk, hüzün, keder gibi ölümlü sözlerle tarif edilmesi beni daha da korkutuyor, acıtıyor içimi. Bekliyorum sadece, elimden bir şey gelmeyeceğini o kadar çok kez kanıtlattı ki bana. Elimi, kolumu, beynimdeki kıvrımları bağladı. Sürekli bir umut verip, bin acı alıyor bedenimden. Acılarımdan beslenmeye alışmış bir canavara, bu aciz adam daha ne kadar karşı koyabilir ki.

14 Ekim 2007 Pazar

BAKİRE



ÇUKURUNDA İBADET EDERKEN

BAKİRE.

NERDEN GELDİN DİYE SORDULAR

KENDİNE.

CEVAPSIZ SORULAR ARARIM DEDİ

BAKİRE.

ŞAŞIRIP KALDI HERKES

KORKU İLE.

TOPLANDI MECLİS HEMEN

ACELE

YASALAR YAZMIŞTI

BİRKERE.

ACIMAZDI PARMAK

KESİLSE BİLE.

CADI İLAN EDİLDİ

BAK YİNE.

TEK KELİME ETMEDİ

SİYAH GÖZLÜ BAKİRE

ELLERİNİ AÇTI DEVAM ETTİ

İBADETE

SÜRÜKLEDİLER, DÖVDÜLER

KİN İLE

HİÇ AĞLAMADI

SİYAH SAÇLI BAKİRE.

SUSUZ KALDI,

AÇ KALDI,

GÜNLERCE YALNIZ KALDI,

İSYAN ETMEDİ

BAKİRE.

HALA ORADA BAKİRE

İKİ KALASIN TAM ORTASINDA

ELLERİNDE DEMİR ÇİVİLER

KALBİNDE KIZGIN MÜHÜR

HİÇ ÖLMEDİ Kİ

BAKİRE.

BEYAZ


Bedenim buz kesmiş ama üşümüyorum. Uzunca bir masanın üzerine yatırılmışım. Hareket edemiyorum, beynimde çabalıyor gibi gözüksem de. Gidiyorum, kapılar geçiyorum. Uzun koridorlar var önümde. Havada ölüm sessizliğin bayatlamış kokusu. Nefesimi tutmaya çalışıyorum. Sadece birkaç dakika dayanıyorum. Ölümün kokusunu içime alıyorum. Ve gitgide daha da keskinleşiyor. Bütün bedenime yayılıyor, damarlarımdan geçişini hissedebiliyorum. Karşı koymak istiyorum. Olmuyor. Bir şeyler eksik, çevremdeki bu kadar fazlalığa rağmen.

Bembeyaz bir odanın içindeyim. Benden başka herkes ayakta dikilmiş. Yüzlerindeki maske, yapacaklarını meşrulaştırırcasına beyaz. Sadece gözlerini görebiliyorum herkesin. Acınası bakışları kararlı gözbebeklerinden süzülüyor. Şakaklarından ise bir kaç damla ter bırakıyor kendini. Yavaş yavaş bir koku almaya başlıyorum, soğukluğum geçiyor. Saatler önce akmayan gözyaşlarımın yanaklarımdan süzüldüğünü hissediyorum. Ayak parmaklarımsa uyuşmuş. Bembeyaz insanlar bana bakmaktalar hala, bir şeyler konuştuklarını bilsem de neler olduğunu anlamıyorum. Bir tanesi daha da yaklaşıp gözlerimin içine sanki daha önceden tanırmışçasına bakıyor. Bedenime kesik kesik çizgiler çiziyor göğüs kafesimden göbek deliğime kadar. Neler oluyor anlamıyorum. İçlerinden biri yaklaşıyor, elinde parlak metal bir nesne çizgileri takip edecek biçimde vücudumu kesmeye çalışıyor. Durun yapmayın. Benden bedenimi almayın