23 Ekim 2007 Salı

İKİ-LEM


Kapıyı çarptı. Çıkan gürültü apartmanın merdiven boşluğunda yankılanıyordu. Komşuların meraklı bakışlarıyla, hızlı ama kararlı adımlarla indi merdivenlerden. Bu kez gerçekten arkasında birşeyler bırakmadığına emindi. Fakat merdivenlerdeki 42 numara çamur izlerinin farkında değildi.

Yazar durdu. Tekrar okudu. Polisiye tadında başlamıştı, halbuki polisiye yazası yoktu. “Hızlı ama kararlı” üzerinden gitmeliydi. Neden hızlı? Neyin kararı? Zaman kararın lehine mi işleyecekti, aleyhine mi? İz bıraksa ne olurdu ki? Kapıyı çarpan üçüncü şahsın midesindeki sızı, çamurdan da kalıcı bir izdi. Devam etti.

Karanlığın içinde, bundan önce birçok defa geçtiği sokaklardan tekrar geçiyordu. Durdu. Belki de bir daha buralara gelmeyeceğini düşündü. Havayı bir başka içine çekti. Yeni doğmuş bir bebek gibi ağlamak istedi, ciğeri yandı. Aldığım en temiz havaydı deyip gülümsedi ve cebinden sigarasını çıkardı. Geçmişin peşini bırakmayacağını çakmağı eline alınca anlamıştı.

Şimdi oldu. Aradığı mistikliği yakalamıştı. Yeni doğmamıştı, karmaşık bir geçmiş vardı arkasında; ama yeni doğuyordu şimdi. Kahraman oluyordu, hikayenin kahramanı. Bu ağırlığı taşıyabilecek miydi? Bundan sonra hayatı hem ileri doğru gidecek, hem geriden gelecekti. Kaç kere aynı havayı koklamış, kaç kere çakmağı eline almıştı. Artık her sefer eskileri de paylaşacaktı okurla. Geçmişiyle geleceğini, acılarıyla umudunu içiçe örmeliydi. Ciğeri yandı, yazar da sigarasını yaktı.

Uzun bir nefes aldı sigarasından her zamanki gibi. Dumanı kusarken ciğerlerinden, farkında olmadan çakmağıyla oynamaya devam etti. Geçmişi hakkında konuşmaya cesaret edemese de, onunla oynuyor gibi hissetmek garip bir rahatlık vermişti kendine. Otobüs durağına birkaç metre kalmıştı. Cep telefonu çaldı. Bu saatte kimin arayacağı aşikardı. Telefonu çıkardı, doğru tahmin etmişti. 20 dakika önce yüzüne kapıyı çarpan şimdi ne demek için arıyordu. Merak ediyordu. Fakat telefonu açmaya cesaret edemedi. Meşgul tuşuna bastı ardından telefonu kapattı. Artık durağa gelmişti. Yağan yağmur az da olsa titretmişti bedenini. Durağın altına geçti. Sağ cebinden sigarasını ve çakmağını, sol cebinden yarısı yırtılmış fotoğrafı çıkardı.

Sıradan. Ama olası. Hayal etmesi mümkün, özdeşleşmesi kolay, meşgul tuşuna basılan sayısız telefon çalışı kadar gerçek. Ama eksik. Birşeyler eksik. Hem çakmak elindeydi zaten, yeniden çıkardı. Kahramanın puslu zihni ile yazarın dalgınlığı ayırdedilemez oldu bu noktada. Çok mu dalmıştı yazar kahramanın zihnine… Kahramanın doğum sancılarını çekerken kurguya fazla kaptırmış, telaşlanmış, ıslanmış, kısa kısa cümleler ile duygulardan kaçabileceğini sanmıştı. Duygularını kahramanı ile paylaşmaktan kaçmış, nokta ile büyük harf arasından anlaşılsın istemişti. Evet eksik bu, kahramanın yazardan kopuşu gerçekleşememiş, kimbilir belki de gerçekleşmeyecekmiş. Sıradanlığını kahramana yüklemiş ama duygularını henüz verememişti. Yazar fotoğrafa baktı, çakmağı yaktı.

Son sigarasını hafif rüzgar eşliğinde yakmaya çalıştı. Paketini ise buruşturup çok fazla kullanılmadığı anlaşılan durağın kenarındaki çöp kutusuna fırlattı. Her zamanki gibi ilk seferinde tutturamamıştı. Kalktı çöp kutusundan uzaklaşmış olan ıslak ve buruşuk sigara paketini aldı. Paketi kutuya bırakırken, yüzünde, sanki ilk deneyimini yaşayıp da umduğunu bulamamış bir çocuk gibi hüzün ve özlem vardı. Arkasına baka baka yerine doğru yürüdü. Sağ elini ağzına götürdü. Ağır ağır nefes çekiyordu sigarasından, dumanınıysa hiç bırakmayacaktı sanki, son kalanın ne kadar kıymetli olduğunun belki de en fazla farkında olduğu zamanlarını yaşıyordu. Sol avucunda sımsıkı tuttuğu resme bir daha baktı göz ucuyla. Bakmıyormuş gibi yaparak kendi kendini kandırdığının o kadar farkındaydı ki göz yaşlarını saklamak için oturduğu yerden kalkıp yağmurda volta atmaya başladı.

Önce umutsuzluğunu verdi ona. Hayalkırıklığını, yorgunluğunu, bezginliğini… Ağır ağır çekti sigarasından, dumanı uzun süre bırakmadı. Sonları düşündü. İlkleri. Bu sefer bir sonla başlaması manidardı, bir ilk’e gücü yoktu. Kapanan kapıların ardından bakmaya alışmış, elini kulba götürüp merhaba demenin heyecanını unutmuş, belki de yitirmişti. Belki, dedi, belki yazarsam… Kendi kararsızlığımı silip yeni bir sayfa açsam, hızlı ve kararlı yürüyüp gitsem, o otobüse binsem ve gitsem; belki o giderse… Kağıdın ıslanması bekledi, ama düşmedi. Kelimelerin içine girip kaybolmuş, yağmura karışmıştı. Rahatladı. Gizlemeyi becerebilirdi belki. Fotoğrafı yırtmadan, telefonu da açmadan, binebilirse o otobüse… O başarırsa, belki o da…

Korkusu mu vardı içinde imkânsızlığın? Yoksa heyecanı mıydı yalnız kalmanın? Ruhu teslimiyetçi, bedeni sıcak, biraz titrek ve az da olsa ürkekti. Gümüş rengi damlalar gözlerinde, hata yapma ürpertisi yüzünde, sessizliğin şüphesi ise gölgesinin her zerresindeydi. Göz kapakları açılmıyordu ağır ağır ağlamaktan. Zorluyordu bakabilmek için umutla.Ellerine baktı,kırıştıklarını farketti.Galiba yaşlanıyorum dedi. Mutlaka bir şey; bir şey daha bekliyor olmaydı. Tabiki dost olacaktı yaşlılığıyla.Emindi bundan.Yaşlılığıyla dost olacaktı, olabilecekti gençliğiyle, ömrünün ortasıyla,dost kalacaktı kendiyle.Başkalarıyla beceremesede enazından kendiyle. Ama korku bitmemişti içindeki, nasıl başladığının farkında da olamamıştı hiç. Kırıştıklarına inandırdığı elleri bu kez titriyordu. Hava soğuktu,yağmur da durmadan yağıyordu. Herzamanki gibi bir yalan daha geliyordu. Yumruklarını sıktı.

Evet sonunda ufukta, yağan yağmurun derinlerinde otobüsün buhar şaçan ışıkları görünmüştü. Sigarasından uzun bir nefes çekti. Kalanını yere atıp ayağıyla çiğnedi. İlerlerken,doğanın yıkayarak tertemiz yaptığı yerleri kirletmeye hakkım yok diye düşündü. Islanmış ve ezilmiş izmariti cebinden çıkardığı kağıt mendille alıp durağın yanındaki çöp kutusuna attı. Evet doğa sokakları yıkamıştı. Kendi içinse bir vaftiz töreni gibiydi,görkemli ve kalabalık olmasada. Günahlarından arındığına ve arındırılacağına inanmaya başlamıştı. Litrelerce yağmur suyunu kıyafetlerinde taşısada kendini hafiflemiş,hafifletilmiş hissediyordu. Otobüs yanaştı,kapıları gecenin sessizliğine ihanet edercesine büyük bir gürültüyle açıldı. Arkasına bir daha baktı. Artık gidiyordu.

Cebindeki bozuk paralardan bilet parasını denkleştirdi,şöföre uzattı. Otobüs,İETT nin bulgar yapımı eski İkarus marka körüklü olanlarındandı. Otobüsteki yolcular sanki bilerek dağıtılmışcasına farklı yerlere oturmuşlardı. O da madem bu düzeni bozmayayım dedi. Gözüne arkada boş bir yer kestirdi. Yavaş adımlarla ilerlemeye çalıştı. Otobüsün içindeki ışıklar bir yanıp, bir sönüyordu. Bir karanlık, bir aydınlık. Bir sağa, bir sola. Uzun bir yolculuğun başlangıcı; bazen sıkışmış bir köşeye, kimi zaman ellerinden kayıp gidercesine kontrolsüz, bazen hiç bitmeyecekmiş gibi uçsuz bucaksız, kimi zaman bir uçurumun kenarında.

Tek bir gelecek hayal eden biri olabilirdi ama bir sürü geçmişi vardı. Arkasına bile bakmadan çekip gittiği, adlarını hatırlamadığı, kokularını unuttuğu, kaç gece beraber olup, kaç gündüz kaçtığını bilmediği çok geçmişi olmuştu. Yüz hatlarının sertliği çok yardımcı oluyordu kendine. Kalbinden pompalanan acı dolu alyuvarlar gözlerinden akmaya cesaret edemiyordu. Buğulanıyordu sadece. Sonra geldiği yoldan geri dönüyordu. Gelirken ki yıkımları, tahribatları giderkende daha acı verircesine gerçekleştiriyordu. Akamamanın,gün ışığında buharlaşamamanın kinini tutmuşcasına.

Ve yavaş yavaş uzaklaştı gölgesinden kahraman.Ondan hiç kopamayacağı öğretilmişti kendine,kendinden bir parça olduğu.Doğru diye inanılanların ezberlerden başka bir şey olmadığını ilk defa yaşıyordu. ve yaşayarak öğrendiğini bir ömür unutmayacağınında farkındaydı. Biraz tezat olmadımı bu diyip kafasını kaşıdı. Gölgesi kendinden uzaklaşıyordu ve artık o gölgesiz, bir parçası eksik bir kahramandı.

L.& O.



Hiç yorum yok: