29 Eylül 2007 Cumartesi

paramparça

Gözleri doyma noktasına ulaşınca, kirpikleri taşıyamaz olurdu gözyaşlarını. Sevinçler ile hüzünler karşılaşınca cephesel yağışlar, yanaklarında aşınım şekilleri oluştururdu. O ise buna aldırmadan avuçlarını açıp gözyaşlarını biriktirmeye çalışırdı. Ona göre acıları, biriktirdiği gözyaşları ile doğru orantılıydı. Her defasında bir damlayı dahi yere düşürmeden lavaboya koşar parmaklarının arasından gözyaşlarının lavabonun deliğinden akıp gidişini izlerdi, suyu sununa kadar açıp ellerini gözyaşlarından, kalbini de acılarından arındırmaya çalışırdı. Ruhu serinlemişçesine aynaya bir bütünmüş gibi yansıyan parçaları ile göz göze geldi, gözbebeklerinde gördüğü kendinden çok bir başkasıydı. Aynaya daha da yaklaştı, kendine daha yakın olabilmek, parçaları birleştirip bütününü görebilmek için, ama tamamlayamadı. Çünkü parçalardan birisi eksikti. Her yere baktı, aynanın köşelerine, ellerine, yere, her yere ama bulamadı. Belki de o parça hiç olmamıştı, o öyle yaratılmıştı. Gözleri bulutlandı, yine kirpiklerinde bir yük hissetti, ‘Bu dünyada olmayan bir şey için kendini üzmek niye’ diye sordu yabancı. Kimse farkına varamadı aslında gerçeğin ne olduğunun ve bir bütünden çok parçam parça olduğunun, çünkü her gerçek insanın kendisiydi ve hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Bakanlar anlayamadı hiçbir zaman…


Hiç yorum yok: