4 Haziran 2011 Cumartesi
ZAMAN
Her güneş doğmaya yaklaştığında?
Kıpkırmızı mı olacak bileklerim
Saniyeler akmaya başladıkça?
O.A.
22 Eylül 2009 Salı
Bir kadın büyüyor...
Bir kadın büyüyor, her ne kadar kandırmaya çalışsa da herkesi. Bir kadın, yalnız hisseden kendini içinde, gözleri hep pusludur parıldamasının altında. Duygusal filmleri ağlama ayinlerine çeviren bir kadın. Ve zaman o kadının etrafında dönüyor, kapılmamak için çırpınsa da dayanması zordu. O da zamana kapılıp büyüyecekti bir gün. Ama en güzel zamana kapılmış kadın olacaktı.
Bir kadın büyüyor, geceleri yalnızlığının altında kıpır kıpır eden yüreğiyle. Bir kadın, güneş gibi parıltılı, ay gibi gizemli. Bir kadın büyüyor severek bazen özleyerek belki acı çekecek ilk defa ağlayacak, gözleri yanacak, yalnız kalacak tekrar başa dönecek ama büyüyecek neden diye soracak, o küçük kız kalmalıydım diye tereddüt yaşayacak, eski fotoğrafları aklına gelecek sakladığı, yatağının altındaki, el yapımı kutusunda ki…
14 Haziran 2009 Pazar
tükeniş

Zamanın ne kadar uçsuz bucaksız olduğunu bilsem ve zaman içinde kendimi ne kadar küçük görmeye çalışsam da bir türlü başaramıyorum ve bütün dünyanın kendi etrafımda döndüğünü düşünmekten alamıyorum kendimi. Herkes beni düşünsün, herkes benİ sevsin, bütün kadınlar ve erkekler bana âşık olsun istiyorum. Geceler o kadar karanlık olsun istiyorum ruhumun tohumlarından beslendiği.
Her gecenin bir tek ortak noktası vardı benim için, “uykusuz kalmam”. Ne zamandır uyumadığımı hatırlayamaz olduğum evrelere girdiğim zamanlardı her zamanki eflatun dört duvar ve ben, elimde televizyon kumandası, önümde gecelerin sigara izmaritleri, ağzımda ise yenisi; yak beni diye yalvaran. Donuk donuk bakıyorum ışıl ışıl parlayan televizyon ekranına, gözümü kırptığım zaman ki karanlığın ne kadar huzur verici olduğunu bilsem de, tükeniş ayinime devam ediyorum. Geçen otuz yılın üzerimde bıraktığı tahribat, azalan gençlik enerjim ve sevdiğimi sandığım insanların birer birer hayatımdan çıkıp gitmeleri beni bu kaçınılmaz sona doğru sürüklüyor sanıyordum.
Hayatın sadece bir başlangıç olduğunu düşünen ve inanan insanlar tanıdım ama hep aklıma takılmıştı, peki doğmak ve ölmek hayatın neresinde? Hangisi başlangıç? Hangisi bitiş? Ya da önemsizliğimize sürekli anlam kazandırmak için mi bu kadar karmaşıklaştırıyoruz her şeyi? Basitleştirmek ve basit olmak mutsuz edebiliyor olabilir mi bizleri? Televizyonun karşısına geçmiş kendi basit yaşamına kılıf uyduran bir adamama mı benziyorum acaba? Yoksa karmaşanın beni karşı kapıda beklediğinden haberim yok gibi mi anlatıyorum anlamsızca?
Bir hikâyenin tam ortasındasınızdır ve tek kahramanın siz olduğunuzu sanırsınız, sonra yalnız olduğunuz aklınıza gelir biraz hüzünlenirsiniz ama çok sürmez bir başkası daha olsa aynı kahraman olamayacağınızı ve aynı hikâyede aynı tadı vermeyeceğinizin farkındasınızdır. Ama kalem hiçbir zaman sizin elinizde olmamıştır ve olmayacaktır, birilerini sizin için bir şeyler karalayacak ve siz o olacaksınız, o isterse mutlu olacaksınız, o istemezse hiç ağlamayacaksınız belki yüzünü seçemediğiniz bir kadına veya erkeğe âşık olacaksınız ya da ömür boyu yalnız kalacaksınız mekânını bile seçemediğiniz bir yerde. O kalem, bazen tanrı olacak, kader olacak kimisi için, bir kadın olacak veya bir erkek, bazen aileniz olacak, bazen hiç tanımadığınız biri… Siz kahramanım diye böbürlenirken elinde kalemi olanlar istedikleri gibi yazacaklar, farkında olacaksınız, atlamak isteyeceksiniz uçurumun kenarından ve bırakacaksınız usulca ama ölemeyeceksiniz çünkü ölmek bile elinizde olamıyor bazen.
26 Nisan 2009 Pazar
sen...
toprağın derinlerinde kanayan
hep sağa yol alıp
sola ağlayan
sen ve zaman
güneşle doğan, ayla batan
bir dakikaymış gibi yaşayıp
bir ömür ölen
23 Nisan 2009 Perşembe
Hayaller

Ne ve nasıl yazdığına verdiğin önemi nasıl okuduğuna da vermelisin tıpkı şu an oturduğum cam kenarındaki masadan izlediğim, yolun diğer tarafında kaldırımdaki kadının şemsiyesine verdiği gibi. Her zamanki gibi bir şeyler yazmak çabasıyla oturdum aynı mekândaki aynı masama. Aynı sade kahvemden içiyorum yanında çikolatalı kekim. Aynı ben, tek kelime bile yazmadan sürekli kendini kandıran. Ve gene aynı yağmurlu hava. Yaklaşık on günden beri hiç durmaksızın yağmur yağıyor şehrin bu yakasına ve ben artık yazamama nedenime bir suçlu daha bulmuştum ismi sürekli değişse de; Alçak yağmur, yalnız yağmur, uğursuz yağmur. Şemsiyeli kadın vardı bir de kaldırımın kenarında, bir eliyle şemsiyesine hakim olmaya çalışırken aynı anda yüksek topuklu ayakkabıları üzerinde durmaya çalışan. Nedensizliklere neden eklemenin bazen yağmurun altında sırılsıklam ıslanmaktan farkı olmadığını bildiğinden galiba şemsiyesini bırakmak istemiyor ve şemsiyesine geçmişten şimdiye kadar biriktirdiği hayalleri saklamış küçük bir kızdan farksız bakıyor ve onu sıkıca tutma isteği ıslanmamak için değil hayalleri için, küçüklüğünden beri her yağmurlu günde şemsiyesine akarak biriken hayalleri için. Zamanın izafi olduğuna inancın arttığı durumlarla karşılaştığımızdan geçmişe bu kadar sıkı sıkıya bağlı ve geleceğe bu kadar bağımlı ve hastalıklıyızdır. Unutamamak, hatırlamak, hayal kurmak, geçmiş ve geleceği özetleyen üç kavram. Hayatın sınırlarının bittiği anlarda hayatın dışına taşmaktır hayal, kurduğumuz hayalin bir türlü gerçekleşmemesinin bir anda aklımıza gelmesidir hatırlamak, bunların hepsinin beynimizin en kör noktasında bir yerlerde sürekli var olmasıdır unutamamak.
Yağmur yağmaya devam ediyor ve edecekte, ben burada yağmurlu bir günde gene aynı mekânda aynı masada sade kahvemden yudumlarken şemsiyeli kadın hakkında kurduğum hayal aklıma gelecek ve aslında onu hiç unutamadığımı anlayacağım… Gelecekte ne olacağını tahmin edebilsem de bu hayaller, hatırlamalar ve unutamamalar her yağmurlu günde aynı camın önünde…
1 Mart 2009 Pazar
uzun zaman sonra yeniden...
Kendimi seviyorum
Kendimi seviyorum, her sabah uyanıp aynaya baktığımda çoğu zaman çirkin bazense sadece kendime güzel görünmemi seviyorum. Dişlerimi sürekli fırçalamama rağmen bir türlü beyazlaşmayan doğuştan mat dişlerimi seviyorum. Her sabah takma eziyetini çektiğim, bazense gözlerimi kan çanağına çeviren lenslere beni mahkum eden 5 numara miyop gözlerimi seviyorum. Uzadıkça arasındaki seyrekliklerin belli olduğu, birinin boyunun diğerini tutmadığı seyrek sakallarımı seviyorum. Ne yaparsam yapayım bir türlü şekle girmeyen saçlarımı seviyorum. Öpüşürken hep zorlandığım kocaman dudaklarımı seviyorum. Sürekli tıkanan, kışlarıyla sızlayan burnumu seviyorum. Yalnızlığı seviyorum sadece kendimle olabildiğim için. Bir beni seviyorum benden başkası olmadığım için. Yürürken adımlarımı karıştırmamı seviyorum. Sürekli bir yere dalıp gitmemi seviyorum. Olur olmadık her şeye şaşırmayı seviyorum. Mışıl mışıl uyurken bir anda terleyerek yataktan fırlayarak uyanmamı seviyorum. Hayal gücümün beni yönetmesini seviyorum. Gerçeklerin ise farkında olabilmeyi seviyorum. Ağzımın yanacağını bile bile çayı sıcak içmeyi seviyorum. Kahvaltıda beyaz peynirden vazgeçemememi seviyorum. Düzenli bir hayatımın olmamasını seviyorum. Düzenin ne olduğunu bilmemeyi seviyorum...
O.A
3 Ağustos 2008 Pazar
..........................
15 Mart 2008 Cumartesi
YOL

12 Şubat 2008 Salı
22 Aralık 2007 Cumartesi
KARANLIKTAN AYDINLIĞA...

Lütfen ağlatma gözlerimi.
Tuzlu ve ıslak olmasın
Gözyaşlarım.
Hayallerden gerçeğe dönmesin düşlerim.
Nereye gideceğini bilemesin bilinçaltım.
Lütfen ürkek bakmasın gözlerim
Bitmesin yüreksiz cesaretim
Gözlerine kör olmayayım
Hayat kısa sürecekse.
Simsiyah olsun beyaz kefenim
Bembeyaz olsun siyah gözlerin
Bir yaz günü olsun 10 Eylül sabahım,
Hiç yaprak sararmasın,
Üşümesin donmuş bedenim.
En karanlıktaki aydınlığa
Sığınsın sinsice.
Duygusuz duygular yaşasın.
Ağlayabilmeli gülmesini beceremese de
İlkbahara dönsün 10 Eylül sabahım
Görebileyim
Ana rahminden çıkan çiçekleri.
Nereye baktığım belli olmadan
Kesebilmeliyim hayalimdeki hayali
Lütfen üzmesin beni mutluluğun
Uzaklarda olsun
Gözlerine bakan gözler
Beni de görmesin
Saatler kala
Ölümüme sebebim olmasın
Her yanıma sen dolasın
Nefes alırken acı çekeyim
Sırf sen içimdesin diye
Ölüme evet diyeyim...
18 Aralık 2007 Salı
KIZIM OLACAK...

Kızım olacak; adı da sen
Sen gibi kokacak nedensiz
Saçları senin gibi hırçın
Bakmaya kıyamayacağım sen gibi
Kızım olacak; adı da sen
Gözleri sen gibi heyecanlı ve mutlu
Teni bembeyaz aynı sen doğacak
Her baktığımda sen olacak
Her güldüğünde sen bakacak.
Kızım olacak; adı da sen
Sen gibi gelecek umutlarla
Bağlayacak kendine sen gibi
Bir parçam daha olacak, kızım olacak…
15 Aralık 2007 Cumartesi
SİS VE GECE

Geceydi günün ve sis
Sevişiyordu her yeriyle karanlığın.
Utanmak yok,
Gözler önünde
Çırılçıplak.
“Sis ve Gece”
Vurulmuşlar birbirlerine
Biri platonik biri melankolik
Ki uykusuzdu zordu sevişmek
Sessizliğe boyun eğebilmek
Çığlıklarına hakim olmak, inlememek
Adı çıkmasın diye “Sis ve Gece”
Gece karanlıktı ve de dışlanmış
Diğeri ise Sis; toz, duman o da yalnız…
8 Aralık 2007 Cumartesi
DARBE

Yürüyorum sadece
Gözümde at gözlükleri
Biri tutmuş elimden
Bir o yana sürüklüyor
Bir bu yana ittiriyor
Sağıma baksam karanlık
Soluma hiç dönemiyorum ki
Alışmamışım…
Ne düşünüyorsun diye sormayın
Bir torba yem olsa da yesem şimdi
Başka bir şey yok aklımda.
Özgürlük mü o da ne?
Aklımı bulandırma
Sahibim dövüyor sonra
Çok acıyor bir bilsen
Kırbaç darbeleri.
Artık yaşlanıyorum
Kalmadı eski asiliğim
Her şeye kafa sallıyorum
Yürüyorum dere tepe demeden.
Ama taşıdığım yük
Her seferinde biraz daha artıyor
Taşıyamıyorum bazen
Yıkılıyorum yere
Bir kırbaç darbesi daha
Kalkıyorum
Kalkıyorum hayat
Kalkıyorum hayat son defa
Zorla….
ÇATIŞ-MA
Ne zaman karşısına çıktın neden girdin hayatına, nasıl bir bunalım ve çalkantı içindeydi o zaman. Kendine olan bütün güvenini kaybetmiş olarak gidiyordu bu adam. Bir tedavi, bir rahatlama, iç huzuruna tekrar kavuşmak istiyordu. Kimseye güvenemediğindendi hep yalnızlığı ve yalanlar söylemesi. Çoğu zaman gerçeği kendisi bile bilemiyordu. Ama bir şekilde dönüp dolaşıp yalnızlığına tekrar kavuşuyordu. İstediği bumuydu yoksa istenilene sürekli boyun mu eğiyordu. Zaman geçmek bilmiyordu, yaraları bir türlü iyileşmiyor beyni her geçen gün biraz daha karışıyordu. Kendiyle yalnız kalmamıştı hiçbir zaman orada olduğu kadar, bunun bir tedavi yöntemi olacağını sanmıştı, ama gün geçtikçe işe yaramadığını anlamaya başladı. Sakalları da dertleri gibi uzamaya başlamıştı ve koyu teni daha belirgin hale gelmişti. Aynaya bakmaktan korkar hale geldiği zamanlarda o çıktı karşısına. İnsanlarla diyalogunu bitirdi zamanlardı, artık bundan kurtuluş yok dediği günlerdi ve o geldi. Ve bir çatışma içine girdi kendisi ile ona hissettiği duygular arasında, bir yanı aynı acıları tekrar yaşamaya değmez diyordu, bir yanıysa ne hissediyorsan onu yaşa istiyordu. Bu gidip gelmeler çok uzun sürdü, ona her yaklaştığında bir tarafı ondan uzaklaştırıyordu onu. Bu gidip gelmeler bu çalkantılar hayatın kendine sunduğu karmaşalar çok acıttı canını. O kadar uzak kalmak zorunda kaldı ki çok yakınken bile ona. Her seferinde kaçtı, bahaneler buldu kendini kandırmak için, olmadı yapamadı. Ve sonunda o gece yaklaştı ona gözlerini kapadı ve öptü.bundan sonra yaşanılanları hiç anlatmadı kimseye. Çünkü her gün o günden beri o geçen günleri kafasında yeniden kuruyor değişik senaryolar yazıyor farklı mutluluk hikâyeleri üretiyordu. Ve bu hala böyle devam ediyor, o adam hala o günleri hayal ediyor.
25 Kasım 2007 Pazar
D.K.
Girdabımdın sen benim
İçimde dönüp duran
Hiç durmayacak
Hiç bitmeyecek gibi
Çırpınmak boşuna
Kapılmışım bir kere
Sen nereye sürüklersen
Orada vuracağım karaya...
Soğuk ve yorgun bir İstanbul sabahıydı. Hayatla mücadele içinde olmaya alışık biri için birkaç derecelik sıcaklık düşüşünün önemi yoktu. Annesinin tembihleyerek giydirdiği boğazlı kazağıda üstündeydi. Bu soğukluğu neye bağlamalıydı peki. Bir kurgu içinde geçtiğine inandığı hayatında bu yorgunluk ve soğukluk ne ile açıklanabilirdi. Gene kendi kendine bir hikâye tasarladı ve yavaş yavaş kahramanları ortaya çıkmaya başlayacaktı. Şimdilik sadece kendi vardı, belki de sonunda da kendi kalacaktı tek başına, yalnız, umutsuz, aklında kurduğu hikâyeler, beyninde yarattığı mükemmele yakın kahramanlarıyla. Geç kalmıştı. Elinde sabahın ilk saatlerinden kalmış buruşuk bir gazete, sırtında birkaç gün yetecek kadar kıyafet sıkıştırılmış çanta. Derin bir nefes aldı, bazen ciğerlerinin temiz havayla dolması kendini cesaretlendirirdi. Sırtında çantası, elinde gazetesi, karmakarışık huyları, dengesiz ruh haliyle birlikte başlamıştı hikâyeye.
İçinde her zamankinden farklı bir heyecan vardı. Belki yüzlerce kez gittiği yere gidiyordu, ama bu kez farklı olacaktı hissetmişti. Hayalini kurduğu, hep yapmak istediği şeye kavuşmasına bir adım kalmıştı ve bu adımı atmak için bu binaya girmek, onunla görüşmek gerekiyordu. Suskun ve içine kapanık bir adam olarak bilinirdi hep çevresinde, biraz bulanım biraz romantik. Hikayesine bir kahraman dahil oluyordu kendi istediği dışında. İlk defa kontrolü dışında gerçekleşen birini dışarıdan izlemek zorunda kalıyordu. Onunla da daha önceleri çoğu kez karşılaşmıştı. Fakat hikayesine dahil olmasına hazırmıydı, aynı hikâyede aynı bunalımlar aynı çalkantılar aynı dengesizlikler içinde olmaya.
Ve artık iki kişiydi hikaye. Biraz da diğer kahramanı tanıtmak gerekti. Sürekli bir kişiyi anlatmaya alışık ben, zorlanacak olsam da, gidişat böyle gözüküyordu. Bana düşen de anlatmak sadece. Kahramanlar gelip, gidiyor bense onları oldukları gibi anlatıyordum sadece. Onlar yaşıyor, onlar seviyor, onlar ağlayıp, onlar ölüyorlar.
Hayalini bile kuramadığı yılları çoktan yaşayıp bitirmiş olan bir kadındı. Ama ona olan hayranlığı ve şaşkınlığı bunu öğrendiğinden daha önce başlıyordu. Kendi ruh halinin ve dengesizliklerinin onda da olduğunun ilk göz göze geldiklerinde farkına varmıştı. Kendi gibi bir kadın diye düşündü sonra güldü. Gözlerinin kenarlarındaki kırışıklarla hayat dolu olması ve bitmek tükenmeyen enerjisi bir tezatlık gibi görünüyordu. Bir kadın nasıl bu kadar enerji dolu olabilir diye konuşan insanların seslerini duyabiliyordu. Ama o hiç buraya takılmamıştı. Onun üzerinde durduğu bu kadının yaşadığı acılar ve belli etmemeye çalıştığı yorgunluğuydu. Çünkü onda kendini bulmuştu. Ama tek farkı o bunu gizleyebiliyordu. Belki de insanları kandırıyordu. Karanlık bir tarafı olduğu çok belliydi. Karanlığın içinde yürümeye devam ediyordu. Ne kadardır ayakta olduğunun farkında değildi. Komutlandırılmış bir makine gibi, hedefine odaklanmış bir füze gibiydi. Nereye gittiğinden o kadar emindi ki, sağa sola sapma, yada durup etrafına bakma ihtiyacı bile duymuyordu. Dümdüz karanlığın içinde ay ışığının cılız aydınlığıyla gidiyordu. Evet her yer karanlıktı şimdiye kadar olduğu gibi, belki de bu yolculuğa başlamadan önceki hayatı gibi. Neyin karanlık neyin aydınlık olduğunun farkında değildi, bu yolculuğun bir amacı da buydu. Karanlığın içinde aydınlığı bulmaktı. Peki nerdeydi bu aydınlık? Varmıydı yoksa karanlıklar içinde yaşamaya alışmış olan birinin hayalimiydi veya uyku hapları etkisini göstermeye başlamışmıydı. Her gece bir tane alırdı. Uyku sorunu yoktu, kafasını yastığa koyar koymaz uyuyabiliyordu. Gene de her gece bir tane alıyordu. Bağlıydı, bağımlıydı ve belki de tek bağlı olduğu şeye ihanet etmek istemiyordu.
Bir damla gözyaşı mıydı altında aradığı mutluluğun? Yoksa yanındayken bile uzaklaşmak mıydı ona? Nedensizliklere neden eklemek miydi onu seviş nedeni? Yoksa tek sebebi omuydu bu nedensizlik karmaşasında? Denklemlerde bilinmeyen olmak mı bulduracaktı sonucunu? Yoksa sadeleşmek mi gerekiyordu bütün umutsuz çarpanlarından?
Korkusu vardı içinde imkânsızlığın ve bunu belli ettiğinin son zamanlarda farkındaydı. Heyecanı birde ona dokunmanın? Ruhu teslimiyetçiydi , bedeni sıcak, biraz titrek ve az da olsa ürkekti. Gümüş rengi damlalar gözlerinde, hata yapma ürpertisi yüzünde, sessizliğin ondaki şüphesi ise gölgesinin her zerresindeydi. Göz kapaklarım açılmıyordu artık ağlamaktan. Zorluyordu bakabilmek için, o bu kadar masum bakarken yalnızlığına tekrar tekrar gömülüyordu. Üstüne kendi umutlarını kürek kürek atıyordu.
12 Kasım 2007 Pazartesi
RÜZGAR

Bu gece rüzgâr vardı
Rüzgâr ise çok gençti
Saçlarımı bozmuyor
Bedenimi üşütmüyordu
Bu gece rüzgâr vardı
Aklım ise çok hovarda
Uzaklarda bir yerde
Kaybolmaya meyilli sürekli
Bu gece rüzgâr vardı
Rakım ise çok suluydu
Kaç duble içtim bilmiyorum
Yalnızlığım sek kaldı seninle
Bu gece rüzgâr vardı
İçimde otuz yaşın korkusu
Kaç yılım kaldı bilmiyorum
Neler yaşadım unuttuğum
Bu gece rüzgâr vardı
Ahmakıslatan eşliğinde
Sokak sokak yürümek istiyordum
Çıkmazlara kapıla kapıla
Bu gece rüzgâr vardı
Simsiyah gölgemin eşliğinde
Ne kadar benimdi bilmiyorum
Bildiklerime yakınamıyorum.
4 Kasım 2007 Pazar
NE OLUYOR ANNE?

Dışarıya çıkamıyorum anne bugün,
Sokaklar kalabalık,
Ellerinde pankartlar
Yürüyorlar binlerce kişi.
Duyabiliyor musun seslerini?
Anne söylesene savaş ne demek?
Neden herkesin gözünü kan bürümüş.
Nasıl doğdu nefretleri insanların?
Bu haykırışlar neden ?
Neden ölmek ,
Neden öldürmek istiyorlar anne?
Kimse bizle konuşmuyor baksana
Sınıfta bile tek başıma oturuyorum,
Simidini paylaşmıyor artık arkadaşlarım?
Biz ne yaptık anne?
Kimseyi öldürmedik demi anne?
Bu gece uçamayacağım anne
Demirden kuşlar
Önümü kesecekler gene biliyorum
Uzak kalacağım bir süre
Güvercinlerimden, martılarımdan.
Kontrol noktalarını geçemiyorum anne
Kontrol ederlerken seni, beni, bizi.
Sis kaplamış her yeri
Önümü bile göremiyorum artık
Aydınlık günler ne zaman gelecek anne?
27 Ekim 2007 Cumartesi
UYUMAMIŞTI, UYANDIRILMAMIŞTI

Bir gece yarısıydı
Kapısı üç kere uzun uzun çaldığında.
Uyumamıştı, uyandırılmamıştı.
Demir parmaklıkların gölgesi,
Uyuyor dizlerinin dibinde.
Tepesinde teki patlamış
Floresan lamba.
Kâğıdı çürümüş
Ciğerleri gibi
Rutubetten.
Kalemi şekilsiz
Çakıyla kazınmaktan.
Bir gece yarısıydı
Kapısı üç kere uzun uzun çaldığında.
Uyumamıştı, uyandırılmamıştı.
Duvarın soğuk rengi yetmezmiş gibi,
Buz gibi kalorifer petekleri.
Üstünde ince dokuma battaniye
Ağzında sürekli öksürük türküsü.
Düşünmekti suçlatan kendini
İyi yâda kötü fark etmezdi.
Kaç kişi okumuş önemsizdi.
Bir gece yarısıydı
Kapısı üç kere uzun uzun çaldığında.
Uyumamıştı, uyandırılmamıştı.
Kitabı için sürekli yazıyordu;
“2023’te Devrimin Çocukları”.
Babasından öğrenmişti;
Ekmek kavgasını,
Yurttaş sevgisini,
Barış naralarını,
İsyan etmesini, sokak sokak
Kaçıp yağmurda zatürre olmasını.
Bir gece yarısıydı
Kapısı üç kere uzun uzun çaldığında.
Uyumamıştı, uyandırılmamıştı.
24 Ekim 2007 Çarşamba
TOPRAK
Toprak açgözlü hala yıllardır.
Yaşlanmış yapraklar duramaz olmuş;
Ayrılmak istercesine huysuz, huzursuz.
İntihara yeltenecek kadar umutsuz.
Toprak sabırsız,
Toprak uçsuz bucaksız,
Toprak bencil ve kararlı.
Rüzgâr ise işbirlikçisi.
Mezarlar kazılmış,
Taşlarına isimler kazınmış.
Dualar okunmak için,
Kürek ve kazma kenarda,
Merasim başlamaya hazır.
Toprak açıkmış besbelli,
Çürütmeye hazır
Beze sarılı bedenleri.
Yağmursa,
Günahlarından arındırırcasına
Sakin ve titiz.
Eller zorlanıyor
Eller titriyor
Eller yakarışta ve yalvarışta.
Bedenler bırakılırken
Toprağa incitmeden.
Toprak bir kez daha kazanmıştı.
Toprak bir kez daha doymuştu.
23 Ekim 2007 Salı
İKİ-LEM

Kapıyı çarptı. Çıkan gürültü apartmanın merdiven boşluğunda yankılanıyordu. Komşuların meraklı bakışlarıyla, hızlı ama kararlı adımlarla indi merdivenlerden. Bu kez gerçekten arkasında birşeyler bırakmadığına emindi. Fakat merdivenlerdeki 42 numara çamur izlerinin farkında değildi.
Önce umutsuzluğunu verdi ona. Hayalkırıklığını, yorgunluğunu, bezginliğini… Ağır ağır çekti sigarasından, dumanı uzun süre bırakmadı. Sonları düşündü. İlkleri. Bu sefer bir sonla başlaması manidardı, bir ilk’e gücü yoktu. Kapanan kapıların ardından bakmaya alışmış, elini kulba götürüp merhaba demenin heyecanını unutmuş, belki de yitirmişti. Belki, dedi, belki yazarsam… Kendi kararsızlığımı silip yeni bir sayfa açsam, hızlı ve kararlı yürüyüp gitsem, o otobüse binsem ve gitsem; belki o giderse… Kağıdın ıslanması bekledi, ama düşmedi. Kelimelerin içine girip kaybolmuş, yağmura karışmıştı. Rahatladı. Gizlemeyi becerebilirdi belki. Fotoğrafı yırtmadan, telefonu da açmadan, binebilirse o otobüse… O başarırsa, belki o da…
Korkusu mu vardı içinde imkânsızlığın? Yoksa heyecanı mıydı yalnız kalmanın? Ruhu teslimiyetçi, bedeni sıcak, biraz titrek ve az da olsa ürkekti. Gümüş rengi damlalar gözlerinde, hata yapma ürpertisi yüzünde, sessizliğin şüphesi ise gölgesinin her zerresindeydi. Göz kapakları açılmıyordu ağır ağır ağlamaktan. Zorluyordu bakabilmek için umutla.Ellerine baktı,kırıştıklarını farketti.Galiba yaşlanıyorum dedi. Mutlaka bir şey; bir şey daha bekliyor olmaydı. Tabiki dost olacaktı yaşlılığıyla.Emindi bundan.Yaşlılığıyla dost olacaktı, olabilecekti gençliğiyle, ömrünün ortasıyla,dost kalacaktı kendiyle.Başkalarıyla beceremesede enazından kendiyle. Ama korku bitmemişti içindeki, nasıl başladığının farkında da olamamıştı hiç. Kırıştıklarına inandırdığı elleri bu kez titriyordu. Hava soğuktu,yağmur da durmadan yağıyordu. Herzamanki gibi bir yalan daha geliyordu. Yumruklarını sıktı.
Evet sonunda ufukta, yağan yağmurun derinlerinde otobüsün buhar şaçan ışıkları görünmüştü. Sigarasından uzun bir nefes çekti. Kalanını yere atıp ayağıyla çiğnedi. İlerlerken,doğanın yıkayarak tertemiz yaptığı yerleri kirletmeye hakkım yok diye düşündü. Islanmış ve ezilmiş izmariti cebinden çıkardığı kağıt mendille alıp durağın yanındaki çöp kutusuna attı. Evet doğa sokakları yıkamıştı. Kendi içinse bir vaftiz töreni gibiydi,görkemli ve kalabalık olmasada. Günahlarından arındığına ve arındırılacağına inanmaya başlamıştı. Litrelerce yağmur suyunu kıyafetlerinde taşısada kendini hafiflemiş,hafifletilmiş hissediyordu. Otobüs yanaştı,kapıları gecenin sessizliğine ihanet edercesine büyük bir gürültüyle açıldı. Arkasına bir daha baktı. Artık gidiyordu.
Cebindeki bozuk paralardan bilet parasını denkleştirdi,şöföre uzattı. Otobüs,İETT nin bulgar yapımı eski İkarus marka körüklü olanlarındandı. Otobüsteki yolcular sanki bilerek dağıtılmışcasına farklı yerlere oturmuşlardı. O da madem bu düzeni bozmayayım dedi. Gözüne arkada boş bir yer kestirdi. Yavaş adımlarla ilerlemeye çalıştı. Otobüsün içindeki ışıklar bir yanıp, bir sönüyordu. Bir karanlık, bir aydınlık. Bir sağa, bir sola. Uzun bir yolculuğun başlangıcı; bazen sıkışmış bir köşeye, kimi zaman ellerinden kayıp gidercesine kontrolsüz, bazen hiç bitmeyecekmiş gibi uçsuz bucaksız, kimi zaman bir uçurumun kenarında.
Tek bir gelecek hayal eden biri olabilirdi ama bir sürü geçmişi vardı. Arkasına bile bakmadan çekip gittiği, adlarını hatırlamadığı, kokularını unuttuğu, kaç gece beraber olup, kaç gündüz kaçtığını bilmediği çok geçmişi olmuştu. Yüz hatlarının sertliği çok yardımcı oluyordu kendine. Kalbinden pompalanan acı dolu alyuvarlar gözlerinden akmaya cesaret edemiyordu. Buğulanıyordu sadece. Sonra geldiği yoldan geri dönüyordu. Gelirken ki yıkımları, tahribatları giderkende daha acı verircesine gerçekleştiriyordu. Akamamanın,gün ışığında buharlaşamamanın kinini tutmuşcasına.
L.& O.
16 Ekim 2007 Salı
ACİZLER CEMİYETİNDE SIRADAN BİR ADAM

Hayatım, geçmişim, bütün dünya, her şey gözümün önünde şuan; acılar, sevgiler, kazanımlar, kaybedişler, sevenler, nefret edenler. Her şey sanki şuan yanımda geziniyor. Yorganı üzerime çekiyorum, belki uzaklaşabilirim onları görmezsem diye, onları beynimde yarattığım aklıma geliyor, tekrar ağlıyorum. Ben alışık değilim gözyaşlarımı bedenimden çıkarmaya, kontrol edemiyorum, durduramıyorum. Bir şeylerin habercisi gibiler sanki. Korkuyorum ilk defa bir şeylerden, korkuyorum ama ne olduğunu bilmiyorum ve sanki bunu hatırlatırcasına her şeyi gözlerimin önüne seriyor. Bilmiyorum. Sadece kombinin sonuna kadar açık olmasına rağmen üşüdüğümü hissediyorum. Yatağın dışına adım atmaya cesaret edemiyorum. Başka bir şeyler düşünemiyorum. Bekliyorum bende, elden başka bir şey gelmiyor. Ama az kaldı bununda farkına vardırmak için elinden geleni yapıyor. Her seferinde daha şiddetli gösteriyor kendini, dayanama, karşı koyama bana istiyor. Biri, bir şey ama ne olduğunu bilemiyorum. Benim dışımda olduğunu sandığım ama sürekli benim yönelişlerimle beni yönlendirmeye çalışan biri yada bir şey. Sürekli beynimin bedenimin içinde kemirip duruyor beni. Acıtıyor, kanatıyor, ağlatıyor. Geriye bir tek gülen gözlerim kaldı, sana göre kocaman, kimine göre gittikçe küçülüyor gözbebeklerim. Bense değişen bir şey göremiyorum. Hala hayattayım, az kaldı diye işaret ediyor biri alay edercesine, umursamazcasına. Direnmeye, savaşmaya yüzüm yok ki, en baştan kabullenmişim olacakları. Şimdi caydım, gelmiyorum ben diyemem ki. Neden diye soramıyorum ki hayatımı buna göre yazdım ben. Bilmediğim ama içimde sürekli olan bu oluşuma hazırlamaya çalıştım kendimi. Zaman yaklaştı ve ne kadar da hazırlasam kendimi, bazen ben olamadığımı anlıyorum. Peki benle ile ben olamayan ben arasındaki bu çatışma ne zaman sonlanacak. Ne zaman başladı ki, böyle bir soruyu sordurtabiliyor bana. Beynim de bedenimden ayrılırcasına boş. Damarlarımdan akan kanlar çekilmiş. Gözlerim şişkin, bak bu bir değişiklik bedenimde. Sözlerim hep aynı, anlattıklarım da değişmiyor. Baktığım duvarlar, kat ettiğim yollar aynı. Okuduğum kitaplardan çıkardıklarım hep aynı, farklı kişiler bambaşka şeyler yazsa da, bambaşka şeyler anlatsa da. Beni anlıyorsun, bazen beni yaşadığını düşündüğüm zamanlar bile oluyor. Benim gözlerimin buğulanmasına neden olan, beni düşünmeye, kendimi eleştirmeme neden olan tek kadınsın. İçimdeki bu korkunun tanımını ben bile yapamazken sadece mutluluk, hüzün, keder gibi ölümlü sözlerle tarif edilmesi beni daha da korkutuyor, acıtıyor içimi. Bekliyorum sadece, elimden bir şey gelmeyeceğini o kadar çok kez kanıtlattı ki bana. Elimi, kolumu, beynimdeki kıvrımları bağladı. Sürekli bir umut verip, bin acı alıyor bedenimden. Acılarımdan beslenmeye alışmış bir canavara, bu aciz adam daha ne kadar karşı koyabilir ki.
14 Ekim 2007 Pazar
BAKİRE

ÇUKURUNDA İBADET EDERKEN
BAKİRE.
NERDEN GELDİN DİYE SORDULAR
KENDİNE.
CEVAPSIZ SORULAR ARARIM DEDİ
BAKİRE.
ŞAŞIRIP KALDI HERKES
KORKU İLE.
TOPLANDI MECLİS HEMEN
ACELE
YASALAR YAZMIŞTI
BİRKERE.
ACIMAZDI PARMAK
KESİLSE BİLE.
CADI İLAN EDİLDİ
BAK YİNE.
TEK KELİME ETMEDİ
SİYAH GÖZLÜ BAKİRE
ELLERİNİ AÇTI DEVAM ETTİ
İBADETE
SÜRÜKLEDİLER, DÖVDÜLER
KİN İLE
HİÇ AĞLAMADI
SİYAH SAÇLI BAKİRE.
SUSUZ KALDI,
AÇ KALDI,
GÜNLERCE YALNIZ KALDI,
İSYAN ETMEDİ
BAKİRE.
HALA ORADA BAKİRE
İKİ KALASIN TAM ORTASINDA
ELLERİNDE DEMİR ÇİVİLER
KALBİNDE KIZGIN MÜHÜR
HİÇ ÖLMEDİ Kİ
BAKİRE.
BEYAZ
Bedenim buz kesmiş ama üşümüyorum. Uzunca bir masanın üzerine yatırılmışım. Hareket edemiyorum, beynimde çabalıyor gibi gözüksem de. Gidiyorum, kapılar geçiyorum. Uzun koridorlar var önümde. Havada ölüm sessizliğin bayatlamış kokusu. Nefesimi tutmaya çalışıyorum. Sadece birkaç dakika dayanıyorum. Ölümün kokusunu içime alıyorum. Ve gitgide daha da keskinleşiyor. Bütün bedenime yayılıyor, damarlarımdan geçişini hissedebiliyorum. Karşı koymak istiyorum. Olmuyor. Bir şeyler eksik, çevremdeki bu kadar fazlalığa rağmen.
Bembeyaz bir odanın içindeyim. Benden başka herkes ayakta dikilmiş. Yüzlerindeki maske, yapacaklarını meşrulaştırırcasına beyaz. Sadece gözlerini görebiliyorum herkesin. Acınası bakışları kararlı gözbebeklerinden süzülüyor. Şakaklarından ise bir kaç damla ter bırakıyor kendini. Yavaş yavaş bir koku almaya başlıyorum, soğukluğum geçiyor. Saatler önce akmayan gözyaşlarımın yanaklarımdan süzüldüğünü hissediyorum. Ayak parmaklarımsa uyuşmuş. Bembeyaz insanlar bana bakmaktalar hala, bir şeyler konuştuklarını bilsem de neler olduğunu anlamıyorum. Bir tanesi daha da yaklaşıp gözlerimin içine sanki daha önceden tanırmışçasına bakıyor. Bedenime kesik kesik çizgiler çiziyor göğüs kafesimden göbek deliğime kadar. Neler oluyor anlamıyorum. İçlerinden biri yaklaşıyor, elinde parlak metal bir nesne çizgileri takip edecek biçimde vücudumu kesmeye çalışıyor. Durun yapmayın. Benden bedenimi almayın
29 Eylül 2007 Cumartesi
ÖLDÜREN ÖLÜMSÜZLÜK

Ortaköy’de,
Sisli bir boğaz gecesi,
Ruhum bütün yamalarıyla
Nemli bankın üstünde.
Üşüyor,
Tek başına.
Bulmaya çalışıyor kendini,
Gerçeğin rüya olması umuduyla.
Anlatın ne oldu bana?
O kadar gurbetim ki kendime
Size ölümsüzlük vaat ederken
Bense her gün ölüyorum
Anlatın ne oldu bana?
O kadar karanlığım ki aydınlığa
Acı vermiyor artık
Bensizlik, puslu beynime
NEDEN?

Hep nedenlerle ve nasıllarla büyümekten mi, yoksa artık kimseye güvenmemekten mi her şeyi bilme isteğim. Yâda ilk defa güvenebileceğimi düşündüğüm birine mi farkında olmadan böle davranıyorum. Artık gerçekten benim aptallaşmış olduğumu fark etmeye başladım çünkü bir insan farkında olmadan nasıl bile bile bu kadar çok hata yapar. Fazla düşünmekten mi fark edemiyorum yoksa hiç mi düşünmüyorum onu? Sorular o kadar çok ki. Cevaplar ise sıkıcı ve bunaltıcı. Bilmiyorum belki de beynimi o kadar çok senle yoruyorum ki, farklı konulara aynı derecede hassas olamıyorum. Yâda dediğin gibi ben bencil herifin tekiyim, kendimden başka kimseyi düşünmeyen herifin teki, hayat mı beni böyle yaptı yoksa kendi içimdeki savaşı bir türlü kazanamadım mı? Bak gene sorular bir sürü, biliyorum cevaplar gene sıkıcı ve bunaltıcı. Yalanlara o kadar alıştım ki belki de bu kadar doğru bir hayat beni şaşkına çevirdi. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemediğim o kadar zamanım oldu ki. Senden önce bir sürü düşüm oldu, senden önce bir sürü aşkım oldu, senden önce bir sürü hatam oldu. Ve son iki yıldır gerçekten geçmişi ilk defa bu kadar düşünüyorum ve şuan çok zorlanıyorum. Ellerim titriyor yazarken bazen, anlamsız şekilde anlamıyorum bazen yaşananları. Üzülmek umurumda değil biliyor musun, sadece sana hiçbir şey veremediğimi, kendimi yanında gereksiz hissettiğim zaman tükeniyorum. Biliyorum zor bir insansın ama seni zorlaştıran bir bakıma da benim onunda farkındayım. Aslında bunları gözlerine baka baka söylemek isterdim. İşte kendimi çaresiz hissettiğim zamanların çoğu gözlerinin karşısında kaldığım anlar. Bakakalıyorum sadece sözcükler düğümleniyor boğazıma, aklımdan geçenler ses tellerime bir türlü ulaşıp kelime olamıyorlar.